Canlı-cansız bütün eşyâ birbiriyle o denli uyum içinde ve öylesine bir intizam ve ahenk göstermektedir ki, çok defa onu temâşâ ettiğimizde, kendi kendimize: “Acaba bizim
Dünya, insanoğlu için şu sonsuz fezada ahenkle yüzüp giden mükemmel bir seyahat gemisi; içinde var olduğumuz, varlığımızı duyduğumuz, Var Eden’i bildiğimiz sımsıcak bir yuva; canlı-cansız
Gökyüzünde güneşim, ufukta dolunayım, Elver ki Senin için cayır cayır yanayım; Mümkün mü cemalinle tutuşup yanmayayım, İsterim bu ateşle kor kesilip kalayım. Şâd et vuslatla
Yalnızlık ve tek başına yaşama mânâlarına gelen halvet ve uzlet, bir anlamda, herhangi bir rehber ve mürşidin nezaretinde inzivaya çekilip vaktini ibadetle geçirmekten ibarettir.[1] Diğer bir tefsire göre
Yeryüzündeki insanlık macerası, İslâm’la hedefine ulaşmış ve evrensel bir kurtuluş mesajı olarak yerine oturmuştur. Var olduğu günden beri yaratılış muamması karşısında sürekli didine-çabalaya iki büklüm
Çekilen çile canlar yakan keder, Sızlıyor yüreğim ömrüm pür heder; Kalmadı artık bende bir tahammül, Ne olur lütfedip deyiver “yeter!”.. Bir kor at içime de
Allah’a güven ve itimat ile başlayıp, kalben beşerî güç ve kuvvetten teberrî kuşağında sürdürülen ve neticede her şeyi Kudreti Sonsuz’a havale edip vicdanen itimad-ı tâmma ulaşma ile sona eren âlem‑i emre
Devran başka başka ama olanlar hep güzel, Değiştirilmez öyle takdir etmişse Ezel; Gönüllerimiz Seninle şen-şakrak yaşadı, Lütfeylesin dahasını Kudret-i Lemyezel. Teveccüh eylersen yüce dağları aşarız,