Tam sekiz yıl… Yokluğunda on yedi bayram, sekiz Babalar Günü, sekiz doğum günü kaydettim çocukluk hatıralarıma. Özellikle Babalar Günü’nde iliklerime kadar hissettim yokluğunu. Kuzey rüzgârları savururken umutlarımı, ben dualarla ektim bahar tohumlarını.
Hani Babalar Günü’nde çocuklar babalarına çiçek alır ya! Biliyor musun, ben de her yıl sana ulaştıramayacağımı bile bile çiçekler aldım. Susuzluktan değil ama yokluğundan soldu çiçekler, baba!
Kaç kez tırpanlandı ümitlerim, kaç kez tutunduğum dallar ellerimi acıttı, senin için en güzel gülleri toplamaya çalışırken ellerim dikenlerle yaralandı, başım değil ama bakışlarım yere düştü çok zaman. Sensizlik cephesinden tekrar tekrar vuruldum ama her defasında ayağa kalktım. Vuruldukça güçlenmeyi ben senden öğrendim, baba!
Bizden hunharca kopartıldığın gün; hani yalnızlığın tam ortasında kalakalmışken annemle… İbrâhimvâri bizi Rabb’imize emanet edip gittiğin günü hiç unutmadım. Her gece avuç avuç toplayıp dualarımı, seni emanette emin olan Rabb’ime emanet ettim hep. Ben en kıymetlimi sahibine emanet etmeyi senden öğrendim, baba!
Sekiz yıl, bir çocuğun takviminde sekiz yıl sonsuzluk demek! Tam da umutlarımızı zemheri ayazı vurduğunda, balığın karnındaki Hazreti Yunus aleyhisselâm gibi tüm sebepler sükût ettiği anda, baharın müjdesi gibi geliverdi özgürlük haberin. “Kızım, bir tanem!” diyen sesini duymak için tam sekiz yıl yedi ay yirmi iki gün bekledim. Hasretinle titrerken sekiz yıl, telefonda duyduğum sesinle yüreğimin buzları eridi, o müşfik sesin sardı sarmaladı yüreğimi, ısındım.
Yokluğunda bağıra bağıra ağlamadım hiç, hep dik durdum senin gibi. Ama dokuz yıl beş gün süren ayrılığımızın ilk fizikî buluşmasında sevinçten ağladım, baba. Yirmi bir yıllık hayatımda ilk kez sevinçten ağladım.
Koskoca sekiz yıldan sonra ilk kez sana sarılmak; tarifi imkânsız bir saadet. Yıllarca boğazımda düğümlenmiş bir heves gibi kalan, kelimelerin soğuk dünyasında bir ceset gibi sessiz ve hareketsiz sembollerden oluşan “baba” kelimesi dokuzuncu yıl senin o güçlü omuzlarında sese soluğa bürünüverdi. Sadece gecelerin kulağına fısıldadığım o müthiş kelime bu kez bir çağlayan gibi coşkuyla akıverdi dudaklarımdan. Yüzlerce kez tekrar etmek istedim o an “baba”kelimesini.
Hazreti Yusuf da böyle mi özlemişti babasını? Hazreti Yakup senin gibi mi ağlamıştı yetimine kavuştuğunda? Bu kez geceler değil, şefkatli sinen ıslandı gözyaşlarımla. Yıllarca gönderdiğin mektuplarını koklayarak almaya çalıştığım kokunu bu kez sana sımsıkı sarılarak içime çektim derin derin… “Baba” derken titreyen dudaklarım, dualı ellerine dokununca sükûnete kavuştu. Sevindim, çok sevindim ama şımarmadım. Ben her durumda vakur durmayı senden öğrendim, baba.
Alvarlı Efe Hazretleri gibi “Değildir bu bana lâyık bu bende. Bana bu lütf ile ihsan nedendir?” dedim, senden aldığım terbiye ile. Bu kez şükür için kapandım secdeye. Emanetin sahibine şükrettim; seni kuyudan çıkardığı, zindanda koruduğu ve bana kavuşturduğu için. Beni senin kızın olmakla müşerref kıldığı için milyonlarca kez hamdolsun Rabb’ime. Senede bir gün değil, bana her gün Babalar Günü. Seni çok seviyorum, canım babam!