Günah, Cenab-ı Hakk’a bir saygısızlık ve kerim olan insanın saygınlığını zedeleyen dolayısıyla ona yakışmayan bir söz veya fiil olduğundan, eğer kul hakkına taalluk etmiyorsa, hemen o günahı terk etme, ciddi bir pişmanlık, bir daha öyle bir günah işlememe azmi ve istiğfar ister. Kazası gereken bir ibadeti terk ise bunların yanı sıra o ibadeti kaza etmeyi gerektirir. En-Nevevî bu kısma “Allah hakkı” diyor. Şayet başkasının hakkına, haysiyet ve saygınlığına taalluk eden bir iş veya söz ise ayrıca o kişiden helallik almayı; malına tecavüz, gasp ve el koyma varsa onu iade etmeyi gerektirir. Nevevî bu bölümü ise “kul hakkı” olarak niteler.[1]
İşte bulaşıcı toplumsal bir hastalık olan gıybet de kul hakkı türünden bir günah, hatta büyük bir günahtır. Zira gıybet ahlakî, fizikî, aklî veya zihnî bir kusurundan dolayı gıyabında başkasını lekelemek, saygınlığını zedeleyip küçük düşürmek, onunla alay edip Allah’ın yarattığını hoş görmemek ve beğenmemek; onun günah ve ayıplarını üçüncü şahıslara aktarmak dolayısıyla kalbini kırıp küstürmektir.
Peygamber Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem), “Gıybet, katl gibidir”[2] beyanı, bu günahın ne derece büyük bir vebal taşıdığını haber vermektedir. Üstad Bediüzzaman Hazretleri bu hadis-i şerife getirdiği izahında, “Demek gıybette öyle bir ferd bulunur ki, katl gibi bir zehr-i katilden daha muzırdır.”[3] diyerek, her ne kadar her gıybet cinayetle eş tutulmasa da bazı gıybetlerin mahiyet itibarıyla bundan daha ağır bir zulüm olabileceğine dikkat çeker.
Günümüzde masum topluluklara suç isnat edip ardından alenen ve sistematik biçimde yürütülen karalama ve tezyif kampanyaları, gıybetin ne kadar derin bir toplumsal yara hâline gelebileceğini gösteriyor. Sosyal medya ve çeşitli mecralarda yaygınlaştırılan bu kitlesel gıybet, yalnızca fertleri değil, bir topluluğun haysiyetini ve içtimaî varlığını da hedef almakta, telâfisi son derece müşkül bir kul hakkı doğurmaktadır. Böyle büyük bir vebal, hak sahiplerinden tek tek helallik almayı gerektirir. Ne var ki milyonlarca ferdin rızâsına muhtaç böyle bir helalleşmenin ne denli zor olduğu izahtan varestedir.
Kul hakkı olan bütün zulüm, günah ve hatalar için, haksızlık yapılan ve hakkına girilen kişiden helallik dilemek gerektiğini genel olarak ifade eden bir hadislerinde Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor: “Kimin üzerinde din kardeşinin ırzı, namusu veya malıyla ilgili bir zulüm varsa altın ve gümüşün bulunmayacağı kıyamet günü gelmeden önce o kimseyle helalleşsin. Yoksa kendisinin salih amelleri varsa, yaptığı zulüm miktarınca sevaplarından alınır (hak sahibine verilir.) Şayet iyilikleri yoksa, kendisine zulüm yaptığı kardeşinin günahlarından alınarak onun üzerine yükletilir.”[4]
Bu hadis-i şerifte başkasının manevî veya maddî hayatına yönelik zulüm işleyenlere ve hak ihlallerinde bulunanlara, kıyamet günü gelmeden önce işledikleri günahtan bir kurtuluş yolu gösterilmiştir. O da kendilerine zulmettikleri kimselerle önce helâlleşmeleri, sonra da tövbeye yönelmeleridir. Bu helâlleşme, şayet üzerlerinde maddî haklar varsa onu ödeme, dünyada üzerlerine terettüp eden cezayı çekme, hak sahipleriyle helalleşme ve neticede Allah’a tövbe etmekle mümkündür. Zira kıyamet günü, altın ve gümüşün olmayacağı bir hesaplaşma günüdür. O günde, herkes iyi veya kötü amellerinin karşılığını görecektir.
Buradaki hesaplaşma, sevapların alınması veya günahların yüklenmesi ile dengelenir. Yani zalim veya günahkâr birinin sevapları varsa, yaptığı zulüm veya işlediği günah sebebiyle, onun sevapları hak sahiplerine verilir. Şayet bu alınan sevapları, haksızlıklarını karşılamazsa, o takdirde hak sahiplerinin günahlarından alınıp onun üzerine yükletilir; böylece kimsenin kimsede hakkı kalmaz.
Gıybet de kişinin saygınlığını zedeleyen, onu kötüleyen, hakkında kötü kanaatlerin oluşmasına sebep olan bir kul hakkı olduğu için bu hadis-i şerife göre gıybeti yapılan kişiden helallik istenmesi gerekir. Ancak bazı âlimler, muhatabın vefat etmesi veya ulaşılamaması[5] nedeniyle helalleşmenin mümkün olmadığı ya da yapılan gıybetin açık bir şekilde o kişiye söylenmesi durumunda, nefret, kin, sıla-i rahmi kesme, küsme gibi daha büyük fitne ve olayların ortaya çıkması endişesine binaen helalleşmenin uygun olmadığı durumlarda gıybeti yapılan kişi adına istiğfarda bulunmanın uygun olacağını ifade etmiş ve sıhhat dereceleri daha düşük (merfu ama senedi zayıf) olduğu belirtilen bazı hadisleri delil göstermişlerdir. Bu hadislerden birinde Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor:
“Gıybetini yaptığın kişiye istiğfarda bulunman gıybetin keffaretlerindendir.” Devamında Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) nasıl istiğfar edileceğini ise şu ifadelerle belirtmiştir: “Şöyle dersin: Rabbim! Bana da ona da mağfiret buyur.”[6]
Diğer bir hadis-i şerifte de Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) her meclisten kalkışta tevbe ve istiğfarda bulunduğu ve nedeninin sorulması üzerine, “Mecliste işlenen (hata ve kusurlara) kefarettir.”[7] buyurduğu aktarılmıştır.
Hasan el-Basrî ve Abdullah b. el-Mübarek gibi bazı zatlar da özellikle gıybeti yapılan kişinin bundan haberi olmaması durumunda, haber vermeyip onun için istiğfarda bulunulmasını tavsiye etmişlerdir.[8] İmam Nevevî, istiğfarla beraber gıybeti yapılan kişi için dua edilmesinin ve onun adına hayır hasenatta bulunulmasının da uygun olacağını belirtir.[9]
Vacip olmamakla beraber gıybet edilen kişinin, özür dileyip helallik isteyen kişiyi affetmesinin veya hakkını helal etmesinin daha uygun hatta kuvvetli bir müstahap olduğu da belirtilmiştir. Zira bu davranışla mümin bir kardeşini söz konusu günahın azabından kurtarmış olacağı gibi Cenab-ı Hakk’ın vereceği sevaba nail olacak ve O’nun muhabbetini kazanacaktır. Nitekim şu âyet-i kerimelerde buna işaret edilmiştir: “O müttakiler ki bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcarlar, kızdıklarında öfkelerini yutar, insanların kusurlarını affederler. Allah da böyle iyi davrananları sever.” (Âl-i İmran, 3/134)
“Her kim dişini sıkarak sabreder ve kusurları affederse, işte onun bu hareketi, ancak büyüklere yaraşan örnek davranışlardandır.” (Şûrâ, 42/43) Elbette mümin, bu sevabı; Allah’ın sevgisini kazanma ve bir mümin kardeşini sıkıntıdan kurtarma fırsatını kaçırmak istemez. Ancak bu davranış asla gıybetin basit bir şey olduğu veya hâşâ helâl olduğu anlamına gelmez, tam aksine gıybet edilen kişinin civanmertliğini ve hakkından feragat ettiğini gösterir.
Meşhur Ebû Damdam hadisinde Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu konuya işaret etmektedir:
Bir gün ashabına:
“Sizden biri, Ebû Damdam gibi olmaktan âciz midir?” buyuran Allah Resûlüne oradakiler, “Ebû Damdam kimdir?” diye sordular. Efendimiz de şöyle buyurdu: “Sizden önceki kavimlerden birine mensup biriydi. ‘Bana hakâret eden ve dil uzatarak gıybetimi yapan kimselere hakkımı helâl ediyorum.’ derdi.”[10]
Hasan el-Basrî de meşhur istiğfar virdinin sonlarında, gıybet dâhil, üzerinde hakları olan kişiler için şöyle dua ve istiğfar etmektedir: “Allah’ım! Bilerek ya da bilmeyerek içine girdiğim her bir günah için mağfiretini dileniyor, kullarının üzerimdeki hakları olarak kaydettiklerin için de beni bağışlamanı talep ediyorum. Şüphesiz kullarının üzerimde pek çok hakkı var ve nefsim o haklara bedel Sen’in nezdinde rehindir. Allah’ım! Her ne kadar o haklar çoksa da Sen’in rahmetin bahrına nispet onlar bir şey-i kalîl hükmündedir. Allah’ım! Kadın yahut erkek, hangi kulunun toprağından ya da malından bir şey gasp etmiş, haysiyetine veya bedenine bir zarar dokundurmuş isem, o kulların ister ölmüş ister kayıp ister hayatta olsun, isterse de onların hakkını benden yakınları talep etmiş bulunsun; haklarını onlara iade edemez ve helallik almaya muktedir olamazsam, Sen’in kerem, cömertlik ve nezdindeki sınırsız güzelliklerle onları benden hoşnut etmeni dilerim. Ne olur, onların benim üzerimde hasenâtımı eksiltecek bir hakkını bırakma. Onları razı edecek şeyler Sen’in nezdinde çoktur; lâkin Sen daha iyi bilirsin ki, benim yanımda onların kabul edeceği hiçbir şey yoktur. Lütfen ve keremen Allah’ım, yevm-i kıyamette benim hasenâtımı onların seyyiâtını affetmek karşılığında kullanma ve onların benim üzerimdeki haklarını meccanen onlara lütfet.”
Gıybetin günahından kurtulmak için normal şartlarda sevmediğimiz, hatta belki nefret ettiğimiz ve kötülüğünü istediğimiz bir kişi için istiğfarda bulunma, dua etme ve onun adına hayır ve hasenatta bulunmanın zor bir imtihan olduğunu, dolayısıyla bunun da kişiyi gıybetten alıkoymada etkin bir unsur olduğunu belirterek sözü bitirmek istiyoruz.
Dipnotlar
* Bu yazıda genel olarak gıybet üzerinde durulmamış, sadece “Gıybeti yapılan kişiden helallik dileme” konusu ele alınmıştır.
[1] Bkz: en-Nevevî, el-Ezkâr, 346.
[2] Deylemî, el-Müsned, 3/116.
[3] Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, 24. Söz, 3. Dal, 10. Asıl, s. 453, Süreyya Yay., İstanbul 2016.
[4] Buhârî, Mezâlim, 10; Rikak, 48.
[5] Deylemî, Firdevs, 2/304.
[6] Beyhakî, Da’avatu’l-Kebir, 105.
[7] Ebû Davud, Edep, 27.
[8] Beyhâkî, Şuabu’l-İman, 5/317; İbn Müflih, el-Âdabü’ş-Şer’iyye, 1/92.
[9] Nevevî, El-Ezkâr, 346.
[10] Ebû Dâvud, Edeb, 36.