Aydınlanma Düşmanlığı

Tarih boyunca nice düşünürler, nice bilginler ve ilim insanları gerçeğin izini sürmüş, insanları aydınlatmaya çalışmış, ama ışığa düşman olanların baskı ve zulümlerinden az ya da çok paylarını almıştır. Kimi sürgünlere maruz kalmış kimi ömrünün en verimli zamanlarını hapishanelerde geçirmiş, işkencelere uğramış, hatta canıyla bedel ödemişlerdir. Bu hususta tarih adeta bir zulüm ve zalimlerin çöplüğüdür denilse yeridir; sayısız örnek vardır hem Batı hem de Doğu coğrafyasında. Meselâ, felsefenin kurucularından olan Sokrates, aydınlatmak istediği Yunan gençlerine rehberlik yapmaya çalışırken bir yandan da sokakta rastladığı her insana, “Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?” suallerini yöneltir, afallayan kişilere bu dünya hayatının bir anlamı olduğunu anlatmaya çalışırdı.

Kendisine demokratım diyen aslında diktatör olan yöneticiler halkın bilinçlenmesi durumunda işlerinin zorlaşacağını bildikleri için Sokrates’i mahkemeye verdiler. İleri sürülen suç: Atinalı gençlerin aklını karıştırmak, devletin tanrılarına inanmamaktır! Kendisine özür dilemesi, suçunu kabul etmesi karşılığında affedileceği söylenir. Fakat Sokrates fikirlerinin arkasında durmuş sonunda ölüme mahkûm edilmiş ve baldıran zehriyle öldürülmüştür.

Hapishane günlerinde kendisini ziyaret eden dostu Kriton’a şöyle der: “Bir insan, yanlışa yanlışla karşılık vermemeli ve kendisine herhangi bir kötülük yapılsa bile kötülük yapmamalıdır. Başkaları bırakın bizi eleştirsin. Kriton, onları engellemek yerine, mümkün olduğunca daha iyi biri olmaya çalışın.” Sokrates’e göre korku ve cehalet sebebiyle karanlığa mahkûm edilen insanlara tek tek ahlak öğretilmelidir; “Kriton, dostum, çoğunluğun ne düşüneceğinden bize ne! Erdemli insan güçlülerin ve halkın yanlışlarının değil, hakikatin peşinde olmalıdır!”

Sokrates’ten 40 yaş küçük olan öğrencisi Platon da (M.Ö. 428-348) düşünürlere yapılan zulümden nasibini alanlardandır. Zamanın tiranı I. Dionysios tarafından tutuklanır, köle olarak satılmak üzereyken Anniknis isminde zengin bir dostunun fidye ödemesiyle serbest bırakılır.

Zulme uğrayan bir diğer ünlü düşünür Aristo’dur. (M.Ö. 384-322) Aristo, ömründe yaşadığı 38 yıllık dönemin dar düşünceli yöneticilerden epeyce eziyet görmüştür. O da atalarının dinine saygısızlıkla suçlanmış, başına gelecekleri anlayınca severek yaşadığı Atina şehrini terk etmek zorunda kalmıştır.

Ve Hypatia (M.S. 370-415). Güçlü ve haksız zorbaların kurbanı ilk kadın matematikçidir Hypatia. Maalesef o da tarihin en acı ölümlerinden birine maruz kalmıştır. Günümüzden 1600 yıl önce, fikirlerini özgürce ifade ettiği için o zamanın yöneticisi İskenderiyeli Piskopos Cyril’in fetvasıyla ölüme mahkûm edilen Hypatia, kışkırtılan halk tarafından sokaklarda acımasızca sürüklendikten sonra taşlanarak öldürülmüş ve cansız bedeni yakılarak yok edilmiştir. Hypatia öğrencilerine şöyle diyordu: “Düşünme hakkınızı saklı tutun, yanlış düşünmek bile hiç düşünmemekten iyidir! Kimse senin gibi düşünmese bile, doğru olduğuna inandığın bir şeyi yapmayı bırakma!” Elbette bu düşünceler despot yönetimleri rahatsız edecekti; günümüzde de “Sevgi, barış, eğitim, hukuk, adalet, insanca yaşamak.” diyenlerin birilerini rahatsız ettiği gibi.

Bilim tarihinin en meşhur kurbanlarından biri de fizik, matematik ve astronomide çığır açan Galileo’dur. Fikirleri, yönetime hâkim olan kiliseyle ters düşünce önce ölüme mahkûm edilmiş, fikirlerinden vazgeçmesi şartıyla ev hapsiyle cezalandırılmıştır. Ev hapsi esnasında gözlerini kaybetmiş ve 1642’de ölmüştür.

Birçok teknolojik devrime vesile olan Nikola Tesla da (1851-1943) birçok haksızlığa maruz kalmış, zorluklarla mücadele etmiş biridir. Tesla alternatif akımın mucidi olarak biliniyor. X ışınıyla görüntüleme ve jeneratör gibi birçok buluşa imza atmasına rağmen New York’ta bir otel odasında parasız, hatta borç içinde hayata veda etmiştir.

Rönesans felsefesinin önemli ismi Giordano Bruno da (1548-1600) dinsizlikle suçlanarak, toplumsal dışlanmaya maruz kalmış bir bilim insanıdır. Kâinatın sonsuz olduğunu, dünyadan başka gezegenlerin de bulunduğunu söylemesi üzerine 8 yıl hapis yatırılmış sonra da diri diri yakılarak öldürülmüştür. Roger Bacon (1220-1292) cehaletin sebepleri üzerinde kafa yormuş ve halkın cahil kalmasının sebepleri olarak en başta muktedirlere yaslanmak, dalkavukluk, bildiğini zannetmek, taklide dayanmanın kolaylığı gibi maddeler tespit etmiştir. Ayrıca, cahil kalan toplumların, yönetimlerin esaretine mahkûm olacağını söylemesi, 14 yıl hapis yatmasına sebep olmuştur.

William Penn (1644-1718) filozof ve teologdu. Pensilvanya’nın ve Philadelphia’nın kurucusu kabul edilir. Anlaşmazlıkları barışçı bir şekilde tartışarak çözebilecek bir Avrupa meclisi kurulmasını ve ileride de Avrupa Birleşik Devletleri olarak savaşlara son verilmesini ileri süren bir barışseverdi. Penn, Londra’da defalarca hapsedildi. Hapishanede yazdığı kitabında baskıcı din veya kraliyet yönetimlerine karşı çıkması, haksızlığa uğramasının sebebi olarak gösterilmektedir.

Ockhamlı William (1287-1347) mantık, teoloji ve fizik alanlarında önemli eserlere sahip İngiliz filozoftur. O da düşünceleri yüzünden sapkınlıkla suçlanmış, senelerce hapis yatmış papa tarafından aforoz edilmiş ve nihayet ömrünü İmparator IV. Louis’in koruması altında mülteci olarak Münih’te geçirmiştir.

Şifreleme uzmanı Alan Turing de haksızlığa uğrayanlardan. II. Dünya Harbi’nde Nazilerin mesajlaşma sisteminin şifresini kırmış ve tahminen 14-15 milyon insanın hayatının kurtulmasına vesile olmuştur. 42 yaşında siyanürlü elma ile zehirlenerek öldürülen Turing’in, birçok faili meçhul cinayette olduğu gibi ölümü üzerindeki şaibe kalkmamıştır.

Kan dolaşımını, muhtemelen İbn-i Nefis’ten öğrenerek, Avrupa’da doğru şekilde inceleyen insan olan Michael Servetus da (1510-1553) dinsizlik ve sapkınlıkla suçlanmış ve diri diri yakılmıştır.

26 asır öncesine gitsek yine aynı şeyleri görürüz. Aynı kitap ve bilim düşmanlığı, bilim insanlarına ceza verme, aydınlanmaya engel olma telaşı! Miletos (bugünkü Milas civarı) zengin, canlı bir Yunan kentiydi. Çok hareketli bir ticaret ve bilim merkeziydi. Thales, Anaksimandros, Demokritos gibi birçok ünlü düşünür öğrencileriyle hür bir şekilde tartışıyor; yıldızlar, yağmurlar, bulutlar, kâinatın sonsuzluğu ve ilk oluş hakkında derin düşünceler üretiyorlardı. Mesela Demokritos atomlardan bahsediyor; insan bedeni de dâhil her şeyin atomlardan meydana geldiğini, atomların hareketli, bölünemez, tatsız olduklarını söylüyordu. Bugün için bu fikirlerinin hepsi geçerli değil elbette, ama 26 asır önceye gidince çıplak gözle bunları ileri sürebilmek çok değerlidir. Ne yazık ki bu parlak Miletos uygarlığı da düşmanını bulmakta gecikmedi. M.Ö. 494’te Persler Miletos’u yerle bir etti, her yeri ve kitapları yaktılar. İnsanların çoğunu köleleştirdiler, bir kısmını öldürdüler.

Bu örnekleri çoğaltmak elbette mümkün. Batı dünyasında durum böyleydi de Doğu’da farklı mıydı acaba? Doğu’da da muktedirler eleştirel düşünceyi hazmedememiş; barış, bilim, ahlak, insanlık diyen insanlar çoğu kez cezalandırılmıştır. İtibarsızlaştırmak için iftiralar atılmış, firak-ı dâlle (sapık fırka) yaftasıyla aforoz edilmeye çalışılmıştır. Şanslı olanlar ömürlerini sürgünde yoksulluk ve yalnızlık içinde geçirirken çoğu düşünür de idam sehpalarında hayata veda etmiştir. Baştan beri verdiğimiz örneklerde olduğu gibi, Müslüman bilim insanları da diğer din mensupları gibi acı olaylar yaşamıştır.

Sırf düşünceleri sebebiyle, muktedirlerce her türlü işkenceye, sürgüne eziyete mahkûm edilen sayısız örnek vardır. Fârâbî, İbn-i Sînâ, İmâm-ı A‘zam, Ahmed b. Hanbel, İmâm-ı Şâfiî, Bîrûnî’nin hocası Abdussamed, Muhyiddîn ibn-i Arabî ve İbnü’l-Heysem.. hepsi değişik zulümlere maruz kalmış; kimisi öldürülmüş kimisi tekfir edilmiş, dışlanmıştır. Asrımıza gelince Bediüzzaman Hazretleri defalarca hapsedilmiş, sürgünlere gönderilmiş, bir cani gibi takip edilmiş, defalarca zehirlenmiştir. Seyyid Kutup idam sehpasında hayata veda etmiş, Mehmet Âkif Ersoy ve Mustafa Sabri Efendi gibi âlimler sürgünler yaşamıştır. Moğolların ve Haçlıların insanları katlettiğini, kitapları yaktıklarını okuyorduk da günümüzde de benzerlerinin olabileceğine ihtimal vermiyorduk. Bu asırda da insanlar soykırıma maruz kalır mıydı? Kitaplar yasaklanır mıydı? Uydurma suçlamalarla modern dünya denilen dünyanın gözleri önünde masum insanlar işsiz bırakılıp açlığa mahkûm edilir miydi? Bunlara ihtimal vermiyorduk! Meğer “aydınlanma düşmanları” her asırda varmış ve fırsat kolluyormuş.

Önemli olan zalim tarafında değil, mazlumların yanında olmaktır. Elimize nur almaktır, siyaset topuzu değil. Her şeye şevk içinde, karamsarlığa kapılmadan, bilim, teknoloji ve barış yolunda insanlığa azimle, gayretle, kararlı bir şekilde, sabırla hizmet etmeye devam etmektir.

Yılgınlık ve ümitsizlik yok. Yanlış bir şey yapılmadığına göre Hypatia’nın söylediği gibi “doğru olduğuna inandığımız yolumuzda” yürümeye, hiç durmadan asla menfi bir harekette bulunmadan devam etmek gerekir. Zira duran sular kokuşur ve kurur; akan sulardan enerji üretilir, şehirler ve ülkeler aydınlatılır. Cervantes, “Üç devle savaşıyoruz Sancho: adaletsizlik, korku ve cehalet. Cehaletle savaşı kazandığımızda diğerlerini de kazanmış oluruz.” der. Üstad Bediüzzaman da üç düşman olarak cehalet, fakirlik ve ihtilafı sayarken, cehaleti büyükbaba, fakirliği onun oğlu diye zikreder. Öyleyse inadına cehaletle mücadeleye, yani aydınlanma ve aydınlatmaya, kısacası insana ve insanlığa hizmete gayret etmek gerekir.

Kaynaklar

  1. Sokrates’in Savunması, Platon. Çev. Derya Dinç. Salon Yayınları, 2019.
  2. Zulmün Tarihi: İnsan İnsanın Kurdudur, Cumhur Ertekin. Sia Kitap.

Bu yazıyı paylaş