Apokaliptik çağın, insanın hayatına dört koldan hücum eden görüntüleri arasında bir yön bulma arzusu, yer yer içimi gıdıklıyor. Zihnimin duvarları, nazarımı kendimce etrafıma çevirdiğim vakit, ucu bucağı belli olmayan karmakarışık bir âleme tosluyor. İçsel bir gerilimle kendime ait cevaplardan da olduğum, yorucu ve yıkıcı adımlar silsilesine çekiliyor dünyam. Çağın dikenli teline takılan ruhum can çekişirken, bana yol ve yordam öğretecek bir öğretmenin derin ihtiyacıyla sendeliyorum. Kimi kendime rehber edinmem gerektiği sorusunun peşinde gitmeye takatimin kalmadığı bir anda, bir yaraya bin deva bulma umuduyla çevrelenmiş olmanın hayalini kuruyorum.
Aklımın çeperinde yaptığım tehlikeli yürüyüşlerden geriye kalan, su toplamış ayaklarımın acısı oluyor. Hayalimle acım arasında kalan benliğim, belirsizliğin zehirli kucağında bedbaht bir gezgine dönüşüyor. Bir yolun yolcusu olduğuma dair algımı yanlış yargılarla şekillendirdiğimi fark ettiğim zamanların beni sürekli yokladığını biliyorum. Bu gel-gitli yolculuğumda, adını koyup etiketini astığım olayların sarmalı içinde ayaklarım bir santim daha kayıyor. Hızla akan zamanın içinde, bir insanın dünyasını süngere çevirip neyin ne olduğuna bakmadan gördüklerini ve işittiklerini içine çekmesinin ne denli budalaca bir hareket olduğunu anlıyorum.
Hele binbir çeşit oyunlarla gerçeğin büküldüğü şu günlerde, aklıma tutunup kendimi kendime rehber edinme kibrim de kuvvetli bir tokat oluyor bana. Çünkü karıncayı lidersiz, arıları arıbeysiz bırakmayan Ezeli Kudret, elbette, insanı da öndersiz, peygambersiz bırakmaz.[1] Bu düşünceyle, içimdeki arayışın boşuna olmadığını, arananın da aslında beni aradığını hissediyorum. Kendi başıma yolumu ararken bana sanrılarımı gösterebilecek bir rehberin ne denli şiddetli bir ihtiyaç olduğuna kani oluyorum. İçinde bulunduğum zamandan uzaklaşma isteği ile tüm bu sarsıntıların içinde tutunabileceğim gerçek ve sağlam dalı bularak, korkularıma rağmen temiz bir niyetle yaşamak isteği arasında gidip geliyorum. Çünkü her yerde olmakla hiçbir yerde olmamanın ve nihayetinde de kaybolmanın tehlikesini her daim yaşıyorum.
Bu muhasebelerden uzaklaştığım her vakit, yargılarımın aşınarak dogmatik-yönlendirici yapılara kurban gitme ihtimalinin sağlamlaştığını hissediyorum. His insanı kesilip sloganların gönüllü bir taşıyıcısı olma tuzağına çekilen ayaklarıma tanık oluyorum. Sis perdelerini aşamayan kırılganlığıma yenik düşerek nefsimi bir kez daha temize çıkarmanın yollarını arıyorum. Ruhen, zihnen ve bedenen bulunduğum bu muharebede, insan olmanın acizliğine dair yaşadığım bu deneyimler içinde rehberime kavuşma isteğiyle doluyorum.
Kudreti sonsuz Rabbime yollarımı çıkaran bu olaylar içinde kendime dönüp bakma cesaretini göstererek, ne denli bir yanılgıya düştüğümü idrak ediyorum. Mühim sandığım nice kavganın arasında, Rabbime çıkacak patikalardan öylece vazgeçtiğimi görüp utanıyorum. Kalbime reva bildiğim muamelelerden, rehberim sayesinde kurtuluyorum. Oysa, ne kadar doğru ve yerinde adımlar attığıma inanmışım fakat gafletin derinliğine dair hiçbir fikrim yokmuş.
Sonra, kimsenin yüreğinden damıtamayacağı ve aklının sınırlarına sığamayacağı bir merhametle tanışıyorum. Yaratıcımla dost olmanın, yaşadığım çağın orta yerinde dimdik durmakla ne kadar derin ve anlamlı bir bağlantısı olduğunu keşfediyorum. Temaşa ettiğim şu kâinatın ve benim, sevdiğim çilekle annemin, kokusunu içime çektiğim domatesle karıncanın, gülüşünde huzur bulduğum arkadaşımla şu dağın yaratıcısı Kudreti bol Padişah dediğimde, hayatla kurduğum bağ başka bir hâl alıyor.
Hastalıklar, yalanlar, zulümler, gaddarlık, hız, performans ve koşturmaca çağı diye tanımladığım şu zamanları, kalben, ruhen ve zihnen bir rehbere ihtiyaç duymadan atlatmam mümkün mü? Ben ikna oldum, kalbim bu hakikate açıldı, tüm samimiyetimle kendime haykırıyorum: Mümkün değil. Unutabilirim ama O’nun hatırlatacağına inanıyorum. O’nun ipine tutunmaktan başka bir hakikat bilmiyorum. Kalbime istikamet vermesi için O’na yalvarmaktan başka tüm çabalarımın beni terk edip gittiğini biliyorum. Bunu bilmeme rağmen, sendeleyecek olan yaratılışımı ayağa kaldıracak olanın Rabbim olduğunu da biliyorum. Ben, bu karışıklığın ortasında, kalbime dinginliği verecek olanın yaratılmayan ama Yaratan Rabbim olan Allah (celle celâluhu) olduğunu biliyor ve beni selamete çıkarması için O’nun dergahına sığınıyorum.
[1] “Karıncayı emîrsiz, arıyı ya‘sûbsuz bırakmayan Kudret-i Ezeliye, elbette beşeri nebîsiz bırakmaz.” Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat. “Hakikat Çekirdekleri”, s. 691, Süreyya Yay. İstanbul, 2016