İfade Hürriyeti ve Sürgün

Suçlar, farklı hukuk sistemlerinde belli kriterlere göre tasnif edilir. Bu tasniflerden biri de “adi” ve “siyasi” suç ayrımıdır. Adi suçların cezalarının çeşidi, infaz usulü ve süresi ülkeden ülkeye ya da dönemden döneme değişir. Tarihte İngilizlerin mahkûmları Avustralya’ya ve Fransızların Guyana’ya göndermeleri gibi istisnalar görülse de sürgün cezaları çoğunlukla adi suçlulara verilmez, ekseriyetle siyasi mahkûmlara tatbik edilir.

Bir hareket hâline gelememiş ve taraftar toplayamamış fikirler genellikle zararsız kabul edilir. Demokratik ülkelerde bunlar fikir ve ifade hürriyeti kapsamında değerlendirilir. Şiddet ihtiva etmeyen gösteriler, yürüyüşler ve mitingler de hukukun işlediği memleketlerde ifade hürriyeti çerçevesinde değerlendirilir. Tarih boyunca insanlık nelerin temel insan hakkı olduğu üzerinde düşünmüş ve belli kıstaslar getirmiştir. Bu kıstasların başında, diğer vatandaşların mal, can ve namuslarına zarar vermemek gelir.

İdarede olan kimselerin yoldan çıkmamaları için trafik işaretleri benzeri, düzenleyici sistemler geliştirilmiştir. Montesquieu bu fikrî altyapıyı, “kuvvetler ayrılığı” şeklinde ifade etmiştir. Kanun koyan idareci olmasın, idareci olan muhakeme edemesin, böylece bir yol kazası yaşanmasın istenmiştir. Bu maksatla ülkeler kendilerine birer anayasa hazırlamışlardır. Hususen Batı ülkelerindeki modern demokrasiler, bu düşünce temelinde şekillenmiştir. Ancak zamanla icra ile mükellef olan bazı yetkililer, gücün esiri olmuş ve hırslarına kurban gitmişlerdir. Tek adam rejimleri ve diktatörlükler böyle ortaya çıkmıştır. Sonuçta kanunların tatbiki işine de karışmaya başlamışlardır. Yeri gelmiş hâkimleri, rüşvet veya şantaj gibi yollarla şahıslarına âdeta “noter memurları” yapmışlardır. Kanunu koyan ve uygulayanlar kendileri olunca güç sarhoşluğuna kapılmışlar ve ülkelerini kendileriyle birlikte bataklığa sürüklemişlerdir.

Bu yazıyı paylaş