Kitap Korkusu

1990’lı yılların ikinci yarısında, bir üniversite öğrencisiyken, dersler arasındaki boşluklarda Necatibey Eğitim Fakültesinin eski kütüphanesine gider, kitaplara bakarak vakit geçirirdim. Burası aslında bir kütüphaneden ziyade eski bir sahaf dükkânına benzerdi. Kütüphane görevlileri, genellikle misafirleri veya birbirleri ile sohbet eder ve gaz ocağında demledikleri çaylarını içerlerdi.

En yenisi 30–40 yıllık olan bu kitapların çoğu, Cumhuriyet’in ilk yıllarında, Hasan Ali Yücel Klasikleri arasından çıkan kitaplardı ve neredeyse Necatibey Eğitim Fakültesi ile yaşıttı. Aslında burası benim tam da bulunmak istediğim yerdi, çünkü bir kütüphanede her kitaba tek tek bakmanız, karıştırmanız normal karşılanmazken burada aradığınızı bulmanın başka yolu yoktu ve kimse size karışmıyordu. Elbette kütüphanede özel bir kitap arıyor değildim, sadece ders programımdaki boşlukları zevkli hâle getirmekti maksadım. Kim bilir, aradığım şey, bu eski kitaplar dünyasında yeni dostlar edinmek, yeni kitaplar tanımaktı belki de.

O yıllarda evde okuduğumuz kitapları, ismimizin başına bir “-ci,” veya “-cu” ekinin eklenmesini göze almadan okulda okuyamazdık. Garip zamanlarda yaşadık, daha garip zamanlarda yaşamaya devam ediyoruz.

İşte bir kez gönül kaptırmıştım kitaplara ve bütün sevdalarda olduğu gibi bizimkinde de yasaklar ve engeller, sevenleri ayırmaya güç yetiremedi. Kimseler bilmedi o kütüphanede geçirdiğim vakitleri. Orası kendim için bir özel terapi merkezi oldu o yıllarda âdeta.

Niyetim orada varlıklarından haberdar olduğum birkaç yazardan bahsetmek aslında. Bir gün elime bir kitap geçti orada. Gri zemin üzerinde, bordo kalın bir çizgi vardı kitabın kapak tasarımında. Yazarın ismini okumakta zorlandım, çünkü Türkçede telaffuzu çok zor olan sesli ve sessiz harfler yan yana duruyordu bu isimde. Şükür ki kitabın ismi Türkçeye tercüme edilmişti: Üç Büyük Usta[1] yazıyordu kapakta. O zamanlar “usta” ve “ustalık” kavramları, siyasi bir argüman olarak pek kullanılmazdı. Bir “Üstad” kavramı vardı hayatımda, “usta” kelimesi de galiba onu çağrıştırdı bana. Kitabı aldım ve dikkatle okumaya başladım. Kitap üç büyük yazarın hayatına mercek tutan bir biyografi idi.

O kitabı ödünç alıp eve götürdüm mü, yoksa ders boşluklarında kütüphanede mi okudum, hatırlamıyorum, ama o günden sonra bu kitabın yazarının bütün kitapları, bendeki özel yerini hep korudu. Bulabildiğim kitaplarını temin edip tekrar tekrar okudum yıllar içinde. Kafamın karışık olduğu, bir sükûnete ya da yalnız kalmaya ihtiyaç duyduğum zamanlarda, benim için bir kaçış limanı oldu onun kitapları. Onlarla içinde bulunduğum zeminden, zamandan ve durumdan koparak insanlığın ortak evrensel değerlerinin mücadelesinin verildiği dünyalara seyahatler ettim.

Kitapların ve yazarın sahip olduğu ve benim de kendisiyle hemfikir olduğum evrensel insanî değerlere yapılan vurgu, aynı değerlerin başka dünyalarda da bulunduğunu fark etmeme vesile oldu. O dünyalarda da insanların barış, hürriyet, hakikat aşkı, düşünce ve inanç hürriyeti, fırsat eşitliği gibi değerler için ne büyük bedeller ödediğini gördüm. Her dönemdeki gibi, sadece kendi menfaatlerini düşünen kurulu düzen sahiplerinin ve onlardan beslenen menfaat gruplarının bütün engellemelerine rağmen sadece birkaç ferdin verdiği mücadele ve çektiği ızdırabın, kendileri göremese bile insanlık ortak paydasına ne çok kazanımlar sağlandığını öğrendim.

Farklı milletlerin ve dinlerin tarihinde de haksızlık karşısında susmayan aydınları, din adına sergilenen zorbalığa karşı vicdanın sesi olan din adamlarını, insanlığını hiçbir maddî menfaat karşısında satmayan sanatçıları, büyük devletlerin ve topyekûn milletlerin savaşa ve zorbalığa kilitlendiği dönemlerde, bütün dünyayı karşısına alma pahasına barışın, birlikte yaşamanın, insan hayatının kutsiyetinin ve faziletli bir fert olmanın öneminin savunucusu olan düşünce adamlarını tanıdım. Benim de içinde bulunduğum yüz binlerin bir gün sığınmak zorunda kalacağı Batılı ülkelerin sahip olduğu insanîve hukukî değerlere, bu bir avuç insanın özverili mücadelesi ile ulaşıldığını bu kitaplardan öğrendim.

Yine zamanın rüzgârına göre yön değiştiren ve her dönemde konumunu koruyan siyasetçilerin, menfaatperestlerin ve onların gözlerini boyadıkları kalabalıkların, bu insanları, doğru bildikleri insanî değerlerden vazgeçiremediğini bu kitaplarda örnekleriyle gördüm. İki dünya savaşının yıkımından sonra, ülkelerini imar etmeye çalışan milletlere ilham veren bu insanlar ve onların fikirleri olmasaydı bugün biz de buralarda kendimize sığınacak limanlar bulamayabilirdik.

Duygu ve düşünce mimarlarımızın, hayatları pahasına savundukları insanî değerlerin; inançları ve hayat tarzları farklı kimseler tarafından başka coğrafyalarda da savunulduğunu o kitaplarda görmüş ve öğrenmiş olmaktan şimdi de ayrı bir mutluluk duyuyorum. O insanlar ve onlardan ilham alan kişiler, hayat tarzlarımız farklı da olsa gelecek için hayal ettiğimiz dünya barışının inşasında, asgarî müştereklerde bir araya gelip el ele vereceğimiz yegâne ortaklarımız gibi görünüyor. En çok da bu sebepten, onları kendi değerlerimizden ve fikir mimarlarımızdan haberdar etmek istediğimiz kadar, onların da değerlerini, fikirlerini ve temsilcilerini tanımak zorundayız.

Malum; insan bilmediği şeye düşmandır.[2]

Dipnotlar

[1] Stefan Zweig, Üç Büyük Usta: Balzac, Dickens, Dostoyevski, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2019.

[2] Bakınız: Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 54.

Bu yazıyı paylaş