Beynimizin İçindeki Beyin: Hafıza

Kafatası kemikleri ve kat kat zarlarla korunmuş olan beynimiz, bir denizaltı gibi, beyin omurilik sıvısı içinde yüzmektedir. 1200–1500 gram ağırlığındaki beynimiz, sırlarla dolu bir hazinedir. Düşünür, hisseder, sezer, öğrenir, hatırlar, merak eder ve harekete geçeriz. Bütün bu faaliyetlerde manevî anatomimiz yanında beynimiz de rol oynar. Ömrümüz boyunca sayısız bilgi ile karşılaşır ve birçoğunu beynimizde depolarız. Yeri ve zamanı geldiğinde bu bilgiler arşivden çıkarılır ve kullanılır. Eski bir dostumuzla karşılaştığımızda hafızamız bizi hemen maziye götürür. Bir fincan kahve ikram edilse, onu yudumlarken belki de yıllar önce içtiğimiz bir kahvenin tadını ve kokusunu hatırlarız. Bazı bilim insanlarına göre, insan bir bakıma hafızasından ibarettir. Buna Alzheimer hastalarında veya beyin ameliyatı sonucu hafıza merkezi zedelenmiş hastalarda yakından şahit oluruz. Böyle hastalar; eşini, çocuklarını, kardeşlerini, komşularını, hatta kendilerini bile unuturlar.

Hafızayla ilgili çalışmalar 1950’lerde yapılmaya başlanmış, 1980’li yıllarda biraz daha hızlanmış, bunca yıla ve on binlerce bilimsel çalışmaya rağmen henüz çok mesafe alınamamıştır. İnsanoğlu gördüklerini, okuduklarını, yaşadıklarını bir yandan hafızasına atıp depoluyor, bir yandan da unutuyor. Bu yüzden de “İnsan nisyan ile maluldür.” denilmiştir. Bazı dil bilimciler, “insan” kelimesinin, “unutma” anlamındaki “nesy” kökünden geldiğini ifade eder.[1] Bazen çok eski bir arkadaşımızı ismiyle ve birçok özelliğiyle hatırlarken, bazen de yeni tanıştığımız birinin adını unutabiliyoruz.

Nadir de olsa, harikulade bir hafızaya sahip bazı insanlar da olabiliyor. Mesela İngiliz ressam Stephen Wiltshire[2]gibi, yukarıdan seyrettiği bir manzarayı en ince detayına kadar resmedebilen veya çok hızlı bir göz gezdirmeyle üç beş dakikada yaklaşık 300 sayfalık bir kitabı ezberleyebilen olağanüstü hafızaya sahip kimseler az da olsa vardır. Üstad Bediüzzaman da böyle bir hafızaya sahiptir. Genç Said döneminde, üç ay gibi kısa bir sürede, günde iki üç saat çalışmak suretiyle; sarf, nahiv, belagat, mantık, fıkıh ve tefsir gibi alanlardaki 90 kitabı ezberlemiş ve ömür boyu bu bilgilerden yararlanmıştır.[3] Keza Yağmur Adam filmine ilham kaynağı olan ve unutamamaktan muzdarip, 12.000 kitabın muhtevasını hafızasında tutan Amerikalı Kim Peek[4] de literatürde yerini almıştır. Tabiî ki bunlar müstesna kişilerdir. Bununla birlikte, hafızamızın bilgi depolaması yanında, gereksiz bilgileri unutması, Rabbimizin büyük bir lütfudur.

Hafızayla ilgili ilmî çalışmalara kapı açılmasına vesile olan kişilerden biri de Henry Gustav Molaison[5] (1926–2008) isminde bir hastadır. Henry, dokuz yaşındayken bisikletinden düşer ve epilepsi hastası olur. 16 yaşından sonra epilepsi nöbetlerini daha sık geçirmeye başlar. 1953 yılında bir dizi testten sonra ameliyat olur. Beynin orta kısmındaki bir bölge ameliyatla alınır. Henry epilepsi nöbetleri görmez, fakat ameliyatın yan etkisi ortaya çıkar. Henry, üç beş saat önce yaşadığı olayları hatırlamamaya başlar. Oysa Henry normalin üstünde bir zekâya sahiptir. Ortalama zekâ seviyesi (IQ) 100 civarındayken, Henry’nin IQ’su 120’dir. Yani ameliyattan zekâsı ve hareketleri değil, hafızası zarar görmüştür. “Akşam ne yediniz?” sorusuna “Bilmiyorum.”; “Bir saat önce neredeydiniz?” sorusuna ise “Hatırlamıyorum.” gibi cevaplar verir. Henry’nin durumu bilim insanlarının dikkatini çeker. 1962’de Henry Molaison’ın durumunu bilim dünyasına anlatan Brenda Milner’a göre, uzun süreli hafıza merkezi, Henry’nin ameliyatla çıkarılan hipokampüs bölgesinde bulunuyordu.

1960’lı yıllarda hafızanın bütün beyne eşit olarak dağıldığına inanılıyordu. Hâlbuki ilmî araştırmalar, hafızamızın çok daha karmaşık bir yapı olduğunu, beynin her tarafına dağıtılmadığını, sadece bir depodan ziyade, bir işlemler zinciri olduğunu göstermektedir. Hafızadaki bilgilerin değişik nöronlarda (sinir hücrelerinde) ve “sinaps” adı verilen nöronların birbirleriyle yaptıkları bağlantı yerlerindeki birtakım kimyevî moleküllerde (nörotransmitter) ve “prion” isimli proteinlerde depo edildikleri düşünülmektedir. Beyne iletilen bilgi, önce “kodlama” işlemine tâbi tutulur. Kodlama yapılırken nöronlar İlahî emirlere riayet ederler. Bazı bilgilere öncelik verilir, bazıları ise önemsiz bulunur ve silinir. Bu şu mânâya gelmektedir: Beynimizdeki ortalama 100 milyar nöron, her biri diğeriyle, tahminen 15 katrilyon köprü (sinapslar) vasıtasıyla haberleşir. Hafızayla ilgili nöronların sayısı, 100 milyar nörondan sadece bir milyar kadarıdır. Bu hücreler bir bilgiye ne kadar dikkat kesilirse ve o bilgiye ne kadar çok muhatap olursa, bilgiler o kadar sağlam muhafaza edilir.

Bugün için hafızamızın kısa süreli ve uzun süreli hafıza diye başlıca iki tip olduğunu biliyoruz. Ayrıca bilim insanları “açık hafıza”, “örtük hafıza” gibi tarifler de yapıyor.[6] Beyin hücrelerimizin DNA’sına, diğer hücrelerdeki DNA’lardan farklı olarak, sürekli yeni bilgiler yüklenir.[7]

Kaliforniya Üniversitesinde yapılan bir deney, ilerisi için ümit vermektedir. Araştırmacılar bir çeşit deniz salyangozuna, bir süre elektrik uyarısı vermişler, sonra bu salyangozdan elde ettikleri RNA (ribonükleikasit) parçacıklarını elektrikle uyarılmayan salyangoza nakletmişlerdir. Bu salyangozların elektrik uyarısı almış gibi reaksiyon verdiğini gözlemlemişlerdir. Bundan hareketle, hafızasını kaybeden, demans (bunama) ve Alzheimer hastalarına, RNA aşısı veya ilacı vasıtasıyla hafıza nakli yapılabileceği düşünülmektedir.[8]

Kısa dönemli hafızada bilgilerin, birkaç saniye ile birkaç dakika kadar tutulması söz konusudur. Uzun dönemli hafızada ise bilgiler aylarca, hatta ömür boyu korunabilmektedir. Birkaç dakika sonra çevireceğimiz bir telefon numarasını kısa dönemli hafızamızda tutarız. İhtiyaç kalmayınca numara çoğu zaman unutulur. Kısa süreli hafızanın üçlü gruplanan bilgileri daha kolay ezberlediği anlaşıldığından, ülke telefon kodları kolay hatırlansın diye üçlü grup şeklinde kodlanmıştır. Uzun süreli hafızamızın uykumuzda (özellikle rüyaların görüldüğü REM döneminde) geliştiği, uykusuzluk ve yorgunluk durumunun menfî tesir ettiği bilinmektedir.

Hafıza Beynimizin Neresinde?

“Beynimizin içindeki beyin” olarak tarif edilen hafızada yer alan bilgilerin, beynin farklı bölgelerinde depolandığı kabul edilmektedir. Bu bölgelere anatomik olarak “hipokampüs”, “neokorteks”, “amigdala”, “bazal ganglion” ve “beyincik” isimleri verilmektedir.

Bediüzzaman Hazretlerinin hafıza hakkındaki görüşleri ilgi çekicidir. Üstad, “Onuncu Söz”de hafızayı, levh-i mahfuzun küçük bir numunesi olarak tarif eder.[9] Toprağa atılmış tohum gibi basit unsurların içine büyük bir kütüphaneyi dolduracak kadar bilginin, kader kalemiyle yazılması ve kudret kalemiyle görünür hâle gelmesinde, İlahî hikmet ve iradenin cilvesine şahit olunur.[10] Üstad’ın şu ifadesi de onun Kur’ân’dan aldığı feyze işaret etmektedir: “İnsanın küçücük kafasında ceviz kadar bir yerde kuvve-i hâfıza, kuvve-i hayaliye, kuvve-i müfekkire (düşünme gücü) gibi müteaddit (birçok), acîb makineleri yaratmak ve kuvve-i hâfızayı bir büyük kütüphane hükmüne getirmekle ilm-i ezelînin cilvesiyle güneş gibi kendini gösteriyor.”[11]

Bediüzzaman Hazretlerinin manevî anatomimizden bahsederken nazarımıza sevgiyi vermesi ve insan kalbinin kâinatı içine alacak kadar bir muhabbet besleme istidadına sahip olduğuna vurgu yapması da manidardır.[12] Çünkü bugünkü nörobiyoloji, psikobiyoloji ve nöroşirurji uzmanlarına göre, beynin maddî gıdası glukoz olduğu gibi, manevî gıdası da sevgi ve inançtır.[13] Bu konuda araştırma yapanların tespitlerine göre, sevgi hayatın dinamiği, inanç ise lokomotifidir. Beynin metafizik âlem ve ruhla olan münasebeti açısından bakıldığında, aslında beyin sadece bir vasıtadır. Sevgi ve iman, nöronların arasındaki irtibatı güçlendirirken, beynimizde tercihler sevgiden yana yapılmaktadır. Beyne sevdiği işten keyif alma hazzı verilmekte, beyinde sevdiği insanlarla birlikte olma veya sevdiği nağmeleri dinleme sinyalleri uyandırılmaktadır. Tabiî ki bütün bunlarda beynin de sadece bir vasıta olduğu unutulmamalıdır.

Dipnotlar

[1] İbrahim Kâfi Dönmez, “Nisyan”, islamansiklopedisi.org.tr/nisyan

[2] www.stephenwiltshire.co.uk

[3] Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 47.

[4] “Kim Peek”, en.wikipedia.org/wiki/Kim_Peek

[5] “Henry Molaison”, en.wikipedia.org/wiki/Henry_Molaison

[6] Erol Yıldırım, “Bir Grup Çalışma Belleği Testinin Uygulanması Sırasında Oluşan Elektrofizyolojik Süreçlerin Olaya İlişkin Beyin Potansiyelleri (OİP) ile Değerlendirilmesi”, erolyildirim.weebly.com/uploads/5/6/3/0/56309311/erol_yildirim_yuksek_lisans_tezi.pdf

[7] B. Karaçay, “Beyin, Hafıza ve Hafızanın Genleri”, Bilim ve Teknik Dergisi, Ağustos 2010.

[8] Alexis Bédécarrats ve ark. “RNA from Trained Aplysia Can Induce an Epigenetic Engram for Long-Term Sensitization in Untrained Aplysia”, eNeuro 14 May 2018, 5 (3).

[9] Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 57.

[10] Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nûriye, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 38–39.

[11] Bediüzzaman Said Nursî, Şuâlar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 634.

[12] Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 73.

[13] İsmail Hakkı Aydın, Ve Tanrı Beyni Yarattı, İstanbul: Girdap Yayınları, 2022.

Bu yazıyı paylaş