Gönül İnşasına Adanmış Bir Ömür: Halil İbrahim Uçar

Bir vesileyle Hocaefendi’ye gidecektim. Öncesinde duasını alayım düşüncesiyle kendisini göreyim istedim. Ziyaretimden ziyadesiyle memnun oldu ve ‘Hocama çok selam söyleyin.’ diye ısrar etti. Daha sonra zor da olsa, ‘Hocam, Halil İbrahim abinin zat-ı âlinize çok selamı var.’ deyince Hocaefendi, duygulandı, ‘ve aleykümselam’ dedikten sonra ekledi: ‘Halil İbrahim Hoca, Hizmetimizin ilk talebelerindendi. Dershane dediğimiz evin ilklerindendi. Rabbim dünya orucunu âhiret iftarıyla, cennetiyle ve cemâliyle mükafatlandırsın.’”

Bu satırlar, kendisinin cenazesi teşci edilirken Metin Keskin Bey tarafından dile getirildi. O yıllarda, bahsedilen ilk evde onunla beraber kalan Mehmet Atalay Bey’in ifadesiyle Halil İbrahim Uçar, “Hocaefendi’nin çok taktir ettiği, kendisiyle beraber kalmaktan hiç rahatsızlık duymadığı ve aynı zamanda adı anılınca hislendiği” bir şahsiyettir.

Halil İbrahim Uçar, 3 Mart 1947’de Antalya Korkuteli’nde dünyaya gelir. İlk ve orta eğitimini burada tamamlar. Daha sonra Ege Özel Mimarlık ve Mühendislik Yüksek Okulunun akşam bölümünde okurken gündüzleri de DSİ’de laborant olarak çalışır. 1976 yılından itibaren emekli oluncaya kadar, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığında iş güvenliği müfettişi olarak görev yapar. Ayrıca Hizmet adına gayretli bir insan olduğu herkesçe müsellemdir. Emekli olduktan sonra Ankara’ya yerleşir. Bu arada Hizmet Hareketi aleyhine açılan çatı davasında yargılanır. Zalimin işini kolaylaştırmama adına cebrî hicretle Belçika’ya gelir ve beş yıl gibi kısa sürede üzerine düşeni fazlasıyla yapar.

O, seksenli yıllarda, Mehmet Ali Şengül Hocamızla beraber 18 günlük işkenceye mârûz kalır. Zalimler, yaralı ayaklarına tuz basmak gibi farklı işkenceler yaparlar. Ancak o, boyun eğmez ve gönül verdiği hakikatleri de ayağa düşürmez. Savcının haklarında beş yıl hapis istediği bu davadan, Cenab-ı Hakk’ın inayetiyle, ceza almadan tahliye edilir.

Hizmet’in yoğun temposu sebebiyle evliliğini ellili yaşlara kadar erteler. Daha sonra evlendiği Neslihan Hanım ile 24 yıllık örnek bir aile hayatı yaşar. Bu beraberlikten dünyaya gelen Rana, Mustafa ve Yusuf isimli üç çocukları vardır.

Kendisi için dostları, “gönül inşasına hayatını adamış bir mimar” diyorlar. Onun bu sıfatla anılmasının sebebi ise Risale-i Nur’un “fevkalâde sadâkat ve sebat ve müfritane irtibat ve ihlâs[1] düsturu gereğince, dostlarını her hafta arayıp sorması, vefası ve nezaketidir. Yüce bir mefkûreye gönül vermiş olan bu insan, kendi düşünce dünyasını ona göre inşa etmiş ve böylece başta kendi milleti olmak üzere topyekûn insanlığa yeni bir diriliş yaşatma istikametinde didinip durmuştur. Beklentisiz olmanın gereği, “Ben onları arıyorum, ama onlar beni aramıyorlar.” demeyen, hiç gönül koymayan bir gönül insanıdır o. Hocaefendi’nin şu tavsiyesini özümsemiştir: “Dine, vatana, millete, devlete ve insanlığa hangi seviyede hizmet yaparsak yapalım, karşılığında hiçbir şey beklememeliyiz. İnsan, yaptığı hizmete karşılık olarak hayalinde birtakım beklentiler içine girerse, beklediklerini bulamayınca -hafizanallah- küsüp gidebilir… Evet, insan yapacağı murakabeler ile kendisinin mânen ‘sıfır’ olduğu sonucuna mutlak ulaşmalı, kendini buna inandırmalı ve büyük veya küçük yaptıklarına kat’iyen sahip çıkmamalıdır.”[2]

Kur’ân-ı Kerim’de, Hazreti İbrahim (aleyhisselâm) için mealen, “İbrahim çok yumuşak huylu, yufka yürekli ve kendisini Allah’a teslim eden bir kuldu.” (Hud; 11/75) buyurulur. Halil İbrahim abi de ismiyle müsemma, yumuşak huylu, yufka yürekli ve Allah’a (celle celâluhu) teslim olma noktasında azamî gayret sarf eden biriydi. O, özellikle mazlum ve mağdurlara elini uzatması ve kendi derdinin ötesinde onlara sahip çıkması ile hatırlanacaktır. Halil İbrahim Uçar, özellikle şu âyetleri kendine kılavuz edinmiştir: “Kendileri de ihtiyaç duydukları hâlde yiyeceklerini, sırf Allah’ın rızasına ermek için fakire, yetime ve esire ikram ederler. Ve derler ki: ‘Biz size sırf Allah rızası için ikram ediyoruz, yoksa sizden karşılık istemediğimiz gibi bir teşekkür bile beklemiyoruz.’” (İnsan, 76/8–9).

Yakın arkadaşlarından Hacı Muammer Türkyılmaz, onun için şöyle diyor: “O gönül almak için çırpınır durur, ne desem de bu insanın gönlünü alsam der, birini incitmemeye, kırmamaya azamî hassasiyet gösterirdi. Bir gün dedi ki: ‘Hacı Abi, biliyorum şaka yapıyorsun, ama çok sert şaka yapıyorsun. Babamın bir sözü var: ‘Güzel söz gönlün yaylasıdır.’ Biraz daha yumuşak söylesen.’ Bu bana bir ders olmuştu.”

Onunla aynı kurumda çalışan Mehmet Özdoğan, onda gördüğü bir hasleti şöyle anlatıyor: “Halil İbrahim abi herkesle, hatta hiç tanımadığı insanlarla bile çok kolay iletişim ve dostluk kurabilen bir karaktere sahipti. Çocukla çocuk, büyükle büyük olurdu. Samimi olmasından dolayı ifadeleri mâkes bulurdu. Bir gün tahminen 15 yaşında bir gence ayakkabısını boyatıyordu. İlk olarak onun adını, yaşını, nereli olduğunu ve babasının işini sordu. Aralarında belli bir samimiyet oluştuktan sonra şöyle dedi:

– Namazlarını kılıyor musun?

– Yok abi, kılmıyorum.

– Peki, sana birisi bir bardak çay ikram etse, ne yaparsın?

– Teşekkür ederim.

– Benim bir göze ihtiyacım var, karşılığında 500 bin lira versem bir gözünü bana satar mısın?

– Hayır abi, değil 500 bin, 100 milyon versen bile satmam.

– Peki, sen bu gözlerin için kaç lira verdin?

– Ne parası abi, bize onları Allah verdi.

– Sadece gözlerini değil; ellerini, ayaklarını, ağzını burnunu Allah sana bedava verdi, öyle değil mi?

– Evet abi, öyle.

– Peki bir başkasının bir liralık çayına teşekkür eden sen, paha biçemediğin bu kadar organın için, hatta sana bahşettiği bu kadar meyve ve sebzeler için Allah’a niçin teşekkür etmiyorsun? Allah’a teşekkür namazla olur, abdestle birlikte günde sadece bir saatini alır. Bundan sonra namazlarını kılacaksın, tamam mı?

– Tamam abi, Allah’a teşekkür edeceğim.

– Söz mü?

– Söz abi.

– Bak, ben gidiyorum, sözü bana değil Allah’a verdin. Ötede sana sözünü hatırlatırım.

– Tamam abi, öyle yapacağım. Annem de çok sevinecek…

Bir diğer dostu Necdet İçel, onun için şöyle diyor: “Onun kötü bir yanına hiç şahit olmadım. Hizmette çok önde, ücrette hep arkadaydı. Âhireti dünyaya tercih edenlerdendi. Onunla birlikte hapisteydik; bir rüya görmüştü. Dedi ki: ‘Rüyamda, yedi adet beyaz gömlek verdiler, birini kendim giydim, diğerlerini sizlere verdim. Bu rüyanın tabirini istiyorum.’ ‘Abi, gömlekler topuklara kadar uzun muydu?’ diye sorunca, ‘Hayır, normal gömlekti.’ dedi. ‘Abi müjde, bugün tahliye olacağız!’ dedim ve o gün tahliye edildik.”

Hazreti Halid (radıyallâhu anh) için, “Herkesin övgüsüne mazhar bir babayiğit, kâmil bir insan olarak yaşadı, İslam’ın yitiği olarak da öbür âleme gitti.”[3] denilir. Halil İbrahim abi de istikamet içinde yaşadı ve Hizmet’in bir yitiği olarak öbür âleme gitti.

İnsanlar uykudadırlar, öldükleri zaman uyanırlar.”[4] İşte o gün yüz akıyla bu hayatın hesabını verebilmek hepimizin arzusu… Bunun biricik yolu da hayatı güzel ve anlamlı kılan iyiliklerimiz ve gönül yaylalarında kurduğumuz tahtlar değil mi? Halil İbrahim abi de gönül yaylalarında bıraktığı tatlı hatıralarla 12 Mayıs 2021’de, hicret ettiği ülkede dünya sürgününü tamamlayarak ruhunun ufkuna yürüdü. Rabbim makamını âli, mekânını Firdevs eylesin.

Dipnotlar

[1] Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 63.

[2] M. Fethullah Gülen, Gurbet Ufukları (Kırık Testi-3), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 97.

[3] www.herkul.org/tag/hz-halid/

[4] Hazreti Ali (kerremallâhu vechehû) ve Süfyan es-Sevrî gibi bazı İslâm büyüklerine dayandırılan bu söz için bkz. Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, 7/52; Aliyyülkârî, El-Masnû’, s. 199.

Bu yazıyı paylaş