En Uzun Gece

Afrika’nın en büyük ülkesinin en büyük şehrinde, sıcak ve nemle yaşamayı öğrenmiş Yazar ailesi, gündüz öğrencilerine ders anlattıktan sonra, gece etütlerinde bulunmak ve geceyi onların yanında geçirmek için okulda kalmaya karar verir. Her zaman olduğu gibi öğrencilerine etütlerde yardım eder, akşam yemeklerini birlikte yerler. Az sonra öğrenciler istirahat için yatakhanelerine çekileceklerdir. Aniden okulun kız öğrencilerine ait bölümünde silahlı teröristler belirir. Önlerine çıkanları silah zoruyla götürmeye başlarlar. Bu arada okuldaki güvenlik görevlileri teröristlere ateş eder. Kalabalık teröristler anında karşılık vererek onları etkisiz hale getirirler.

On yaşındaki bir kız öğrenci, yurt müdiresi ve mutfak görevlisi de dâhil olmak üzere aldıkları yedi kişi yetmemiş olacak ki teröristler okul binasından ayrıldıktan birkaç dakika sonra geri dönerler. Bu sefer öğrencilerinin çığlıklarını duyup koridora çıkan Ferda öğretmeni de önlerine katarak darp ede ede yıktıkları bahçe duvarından dışarı çıkarırlar. Ayaklarındaki sandalet ve ayakkabıları çıkartarak, otların ve çalıların arasından, zifiri karanlıkta iki saate yakın yürüttükten sonra sandalla bir yerden karşı tarafa geçirirler. Yol boyunca o masumlara dipçiklerle vururlar. Yüzlerini kapatma gereği duymayan eşkıyalar, sekiz kişiyi ormanlık bir alanda, eğilerek girilebilen tahta bir kulübenin içine kapatırlar. Gündüzleri rehineleri yan yana dizip hakaret ederler. Hele gecenin ilerleyen saatlerinde kullandıkları uyuşturucuyla kendilerini kaybederler.

İlk günlerde Ferda öğretmeni çok hırpalarlar. Omuzlarında, ayaklarında morarmadık yer kalmaz. Hatta eşkiyalardan biri sürekli hakaretler yağdırır: “Buradan sağ çıkamayacaksın. Benim kardeşimi bir beyaz öldürdü. Ben de seni öldüreceğim.” deyip durur. Hatta bir defasında alnına silahı dayayıp beşten geriye doğru saymaya başlar. Bu tehditler Ferda öğretmeni korkutmaz. Okuldan apar topar götürüldükleri için üzerinde dışarı elbisesinin olmamasıdır asıl endişesi. Geceleri bile sıcaklığın 33 derecenin altına düşmediği, klimasız ortamda bir saat bile dayanılamayan o günlerde, dikkatleri üzerine çekmemek için üşüdüğünü ve giyinmek için birşeyler istediğini söyler. Kendisiyle fazla muhatap olunmasın diye çok iyi İngilizce bilmediğini ifade eder ve öğrencilerinin tercümanlığı aracılığıyla konuşur. Ferda öğretmene çuvala benzer bir örtü verirler. O kadar nem ve sıcak yetmiyormuş gibi bir de onu örterek tam 12 gün, uzanmadan, çok fazla öne çıkmadan, bir kenarda oturur. Rabbi ile irtibatını koparmadan sürekli dua eder.

Baskın sırasında, okulun erkekler bölümünde, silah sesleri duyulduğu için bir süre kimseyi dışarıya çıkartmazlar. Silah sesleri biter bitmez nöbetçi öğretmenler kameraları kontrol ettiklerinde, olayın vahametini anlarlar ve idarecilere haber verirler. Ferda öğretmenin eşi İhsan Bey de kamera kayıtlarını seyrederken hayatı boyunca unutamayacağı o kareyi görür. Kendi eşi de rehin alınmıştır. O anda bir çığlık kaplar ortamı. Etrafındaki arkadaşları neredeyse kalbi duracak sanırlar. Bütün idareciler, öğretmenler ve esnaflar okula gelir. Kaçırılan öğrenciler ve personel tespit edilip ailelerine haber verilir. Sinirler gergin ve kimse ne diyeceğini bilmez haldedir.

Sabahlara kadar dualar etmeye başlanılır. Dua halkası ülke dışına taşar. Arkadaşlar kendilerini İhsan Bey ve Ferda öğretmenin yerine koyarak dua ederler. “Ne olur Rabbimiz, saçlarının bir teline bile zarar verdirme; bize karşı zalimi sevindirme.” duaları semaya yükselir.

Sabahın erken saatlerinden itibaren veliler okulun bahçesinde toplanır. İdare, olayları daha sağlıklı takip edebilmek için velilerden öğrencileri evlerine götürmelerini rica eder ve okulu bir hafta süreyle tatil ettiklerini duyurur. Olay bir gün içinde ülkenin cumhurbaşkanına kadar intikal eder. Yetkili kimselere o sekiz kişiyi kurtarmaları için ellerinden geleni yapmaları talimatı verilir. Şehrin valisi, emniyet müdürü ve diğer üst düzey görevliler gelerek, hem geçmiş olsun dileklerinde bulunur hem de olay yerinde inceleme yapmaya başlarlar.

Bu hadise kısa süre içinde bütün dünyadaki Hizmet gönüllülerinin birinci gündemi haline gelir. İhsan Bey de idarecileriyle yaptığı istişarede Türkiye’deki ailelerine haber verme kararı alır. Bu o kadar da kolay olmayacaktır, ama başka bir yerden asılsız bir haber almaları halinde daha da sarsılacaklardır. Kendini toparlayan İhsan Bey telefonu eline alır ve kendi babasına, ardından kayın pederine durumu izah eder. Şimdi olayın şokunu atlatma vaktidir. Kısa süre içinde kendilerini toparlayıp her türlü desteğe hazır olduklarını, hepsinin sağ salim ailelerine kavuşmaları için ellerinde geleni yapacaklarını ifade ederler. Bu ifadeler İhsan Bey’in yüreğine su serper.

Eşkıyalar insafsız oldukları için günlerce tam bir sinir harbi yaşanır. Re’sen emekliye ayrılmış emniyet müdürü Hakan abimiz, 12 gün boyunca mağdur aileleri yalnız bırakmaz, elinden gelen her şeyi yapmak için gayret eder. Eşkıyaların, “Eğer istediğimiz fidyeyi vermezseniz rehineleri birer birer öldüreceğiz.” sözünden sonra veliler tedirgin olur. Her şeye rağmen olayı takip eden ekibin ve okul idaresinin samimi gayretlerini görünce içlerine bir inşirah gelir. Okul acil olarak bütün velileri bir araya getirip bir toplantı yapar. Önce veliler okul idaresini eleştirmeye başlarlar. Bir hafta içinde güvenlik tedbirleri artırılmazsa öğrencilerini okuldan çekeceklerini söylerler. Toplantının sonuna doğru veliler, karşılarında çözüm hedefli adımlar atan bir idare olduğunu görünce, “Elinizden geleni yapıyorsunuz, gece gündüz okuldan ayrılmıyorsunuz. Bizim gibi siz de mağdursunuz.” diyerek desteklerini belirtirler.

Okul müdürü Ercan Bey yükün ağırını çeker. Bir taraftan veliler teskin edilecek, diğer taraftan güvenlik önlemleri artırılacak… Yunus Bey, 10 yıllık Afrika tecrübesini kullanarak devlet erkânı ile sürekli iletişim halindedir.

Olayın ikinci günü bir telefon gelir. Herkes sekiz kişinin halini merak eder. Eşkiyalar rehinelerin durumlarının iyi olduğunu ve 2 milyon dolar fidye istediklerini söylerler. Aileler ilk olarak evlatlarının sağ olduklarından emin olmak isterler. Rehineler aileleriyle tek tek görüştürülür; en azından sağ oldukları için şükrederler.

Günler bir türlü geçmez. Bazı aileler evlatlarına kavuşacağı ana kadar oruç tutarlar. Bütün ısrarlara rağmen İhsan Bey yemek yemek istemez. Akşam olunca birkaç kaşık yemek yer ve dua etmeye çekilir. 12 gün boyunca yatağı ofisteki sandalyeler olmuştur.

Eşkıyalarla müzakere edilerek bir rakamda anlaşılır. Belirlenen meblağ zor da olsa temin edilir. İşin en zor kısmı o parayı kimin ulaştıracağıdır. Yıllardır Türk okullarında şoförlük yapan Yusuf Bey’e bu parayı götürüp götüremeyeceği sorulduğunda, “Ben yıllardır bu kurumun ekmeğini yiyorum. Gitmemek ne demek!” diye yiğitçe bir karşılık verir. O yiğitlerden biri de yine kurumlarımızda çalışmış, hadisenin sonuna kadar yanımızdan ayrılmayan Nijeryalı Muhammed Bey’dir.

Yusuf ve Muhammed Bey oradakilerle helalleşerek parayı alıp yola çıkarlar. Sonunda buluşma yerine gelinir. Genç yaşlarda, silahlı yedi sekiz kişi arabanın önünü keserler ve Yusuf ve Muhammed Bey’e vurmaya başlarlar. Bir dinleme aleti veya kamera vardır diye arabayı didik didik ararlar. Hatta tamponu kırıp koltuklarına zarar verirler. Parayı aldıktan sonra ormanlık alanın içinde kaybolurlar.

Parayı aldıktan iki saat sonra rehineleri serbest bırakacaklarını söylemelerine rağmen sözlerinde durmazlar. Herkes çaresizce beklemeye koyulur. O gün sabaha kadar bir haber gelmez. Kimse akıbetin ne olduğunu bilmiyordur.

Her saati bir ömür kadar uzun süren 24 saatin sonunda, ümitlerin zayıfladığı bir anda, beklenen telefon gelir. Ferda öğretmenin sesi işitilir: “Bizi bıraktılar.” Nerede olduklarını tam olarak bilmediklerini ama okula yakın olduklarını zannettiklerini söyler. Haberi duyan herkes büyük bir heyecanla okula doğru yola koyulur.

Yalın ayak götürdükleri sekiz kardeşimiz, yine yalın ayak, bataklık alanlarda yaklaşık bir saat yürüyerek okulu bulurlar. Kavuşma anı görülmeye değer. Çığlıklar içinde evlatlarına kavuşan aileler, arkadaşlarına kavuşan öğrenciler… 12 gün sonra, çekilen sıkıntılar bitmiş, yüzler gülmeye başlamıştır. Ferda öğretmen, “Bize yapılan duaları hissettik. O dualarla ayakta kaldık.” der.

Ulvî bir davanın içinde olmak ne güzel! Dünyanın dört bir yanındaki kardeşlerin dualarına mazhar olmak ne güzel! Hizmet ne güzel; yaşatmak için yaşamak ne güzel! Eşkıyaların bacımıza “Artık sen bu ülkede durmazsın, gidersin.” demesine rağmen birkaç gün sonra Hizmet mahalline koşmak ve öğrencilerine sarılıp “Geldim işte; hiç bir yere gitmiyorum!” demek ne güzel!

Bu yazıyı paylaş