Adaptasyon mu, Genetik Sigorta mı?

Evrim inancının yeni türlerin ortaya çıkması ile ilgili mekanizmalar olarak ortaya koyduğu önemli bir biyolojik gerçek adaptasyondur. Canlıların içinde yaşadıkları ekolojik şartlara uyum göstermesi istikametinde genetik programına tesir edilerek, uygun anatomik, fizyolojik donanım ve davranışlarla hayatını kurtaracak vasıflara haiz hâle gelmesidir. Biyolojik gerçek dememizin temel sebebi, tabiatta gözlemlediğimiz bir prensip olarak, doğru örneklerle gösterebilmemizdir. Ancak daha önce tabiî seleksiyon bahsinde zikrettiğimiz gibi, gözlemin doğru olması, yorumlardaki hatayı veya kastî çarpıtmayı meşru kılmamaktadır.

Evrimle ilgili bütün tartışmalarda normal olarak tabiî seleksiyon ile adaptasyon birlikte konuşulur, çünkü birbiri ile çok sıkı münasebet içindedir. Bu münasebet kendi içinde bir devr-i daim ihtiva eder. Tabiî seleksiyona göre en uygun olanlar yaşar, uygun olmayanlar elenir. Uygun olanlar kimlerdir? En iyi adaptasyon gösterenler! Bu durumda en iyi adaptasyon gösterenler hayatta kalır, yani tabiî seleksiyonla elenmezler. Çevre ve iklim şartları, düşmanların saldırıları yoğunlaştıkça popülasyondaki fertlerin güçlü olanları elenmeden kurtulacaklarsa, bu güçlü olanlar aslında iyi uyum gösterenler olacaktır. Bu durumda adaptasyon sebep, tabiî seleksiyon netice olacaktır.

Adaptasyona en iyi örnekler, alttürlerin veya ırkların meydana geliş sürecinden verilebilir. Bir türe ait ata veya kurucu popülasyon konumundaki ilk canlı topluluğu, aynı gen havuzundan aldığı genlerle (insanlar evlenerek) giderek birbirlerine daha fazla benzer hâle gelirler. Zaman içinde nüfusun artışı ve kalabalık sebebiyle gıda ve mekân sıkıntısı ortaya çıkar ve bazı fertler göç etmek mecburiyetinde kalarak farklı iklim ve çevre şartlarında yaşamaya başlarlar. Yaşadıkları ortamdaki gıdaların cinsi, sıcaklık, rutubet, rüzgârlar, enlem ve boylama göre güneşin durumu gibi ortam faktörleri, belli genler üzerinde uyarıcı ve kendini gösterici veya aksine genin okunmasını baskılayıcı tesirlere sebep olur. Mesela güneşin çok yoğun ve dik geldiği ekvatorun alt ve üst enlemlerinde yaşayanların yoğun güneşten dolayı cilt kanseri olmamaları için derilerinin rengine sebep olan melanosit hücreleri çok bol miktarda melanin pigmenti sentezler ve deri siyahlaşır. Kuzey ülkelerine gidildikçe güneş ışınları daha eğik ve zayıf geldiği için başta kemikler olmak üzere vücudun ihtiyacı olan D vitamini sentezinin aksamaması için aynı genler melanin pigmenti sentezini baskılar, dolayısıyla insanlar daha açık renkte, sarışın ve beyaz olur.

Diğer bir örnek olarak Eskimoların yağ metabolizmalarını verebiliriz. Ekvator kuşağı ve Akdeniz ikliminin hüküm sürdüğü sıcak ülkelerde alınan günlük gıdanın içindeki doymuş hayvanî yağ nispeti %20–25’i geçtiği takdirde kolon, meme, rahim ve prostat kanserleri artmaktadır. Eskimolar ise –30℃’de hayatta kalmak için gıdalarının %80’ini teşkil edecek kadar Ren Geyiği, Fok balığı, Mors, Balina gibi yoğun yağlı hayvanları yemektedirler. Fakat enteresan olarak ne kalb ne de kanser gibi hastalıklar yok denecek kadar az miktardadır. Bunun sebebi araştırıldığında, yağ asidi metabolizmasına bağlı genlerde benzersiz varyantların görüldüğü tespit edilmiştir.1 Altı kadar genin yağ metabolizmasında kritik bir adım olan yağ asitlerinin oksidasyonu için önemli olan üç Karnitin asiltransferaz enzimini kodladığı anlaşılınca, yağ metabolizması için gerekli olan bu genlerin muhtemelen soğukta çok iyi randıman verip yüksek yağ diyetleriyle ortaya çıkması mümkün olan kanserojen maddelerin meydana gelmesini engellediği düşünülmektedir. Sıcak ülkelerde ise yağ metabolizması ile ilgili genler, düşük orandaki yağların metabolize edilmesinde iş görmesine rağmen, yağ nispeti arttığında muhtemelen reaksiyon sonunda kanserojen maddeler meydana gelmektedir. İşte bu durumu, Kudreti Sonsuz Allah’ın insanoğluna gerektiğinde –60℃ derecede bile yaşayabilmesi için vermiş olduğu genetik bir sigorta olarak tanımlayabiliriz.

Genetik Sigorta

Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi, bir değişme yok diyemeyiz. Evet, bir değişme ve farklılaşma vardır, fakat bu sadece tür içinde ırkların meydana gelmesine vesile olan bir süreçtir. Yeni ve tamamen farklı bir tür meydana gelmemiştir. Evrimci taksonomist E. Mayr’in tür tanımına girecek şekilde, “Birbirleriyle evlenip sağlıklı yavrular meydana getiren bütün popülasyonlar aynı türe dâhildir.” Aynı gen havuzundan kaynaklanmasına rağmen uzun bir müddet sonra farklı ortamların hayat şartlarına uyum gösterme, aslında Yaratıcının rahmetinin eseri olarak, bir nevi hayatta kalma sigortasıdır.

Evlerimizdeki elektrik tesisatında sayacın bağlandığı tabloda bir de elektrik sigortası vardır. Her şebekenin sahip olduğu elektrik tellerinin ve elektrik saatinin kaldırabileceği bir akım miktarı ve elektrik potansiyeli vardır. Bazı evlerde 20 amperlik sigorta vardır. Birkaç elektrikli alet aynı anda çalıştırınca ve 20 amperden fazla elektrik çekince sigorta otomatik olarak atar. Bazı yerlerde ise 100 amperlik sigorta vardır ve çok fazla elektrikli cihazın aynı anda çalışmasını sağlayabilir. Allah (celle celâluhu) her canlının genetik sistemini birer elektrik sigortası gibi farklı güçlerde yaratmıştır. Bazı canlılar her ortamdaki değişik şartlara dayanabilecek bir genetik sistem (100 amperlik sigorta gibi) ile donatılmışken (mesela hamamböceği, karga, martı), bazı canlıların genetik sistemleri çok zayıf olup (5 amperlik sigorta gibi), farklılaşan ve ağırlaşan çevre şartlarına dayanamayarak (geçmişte dinozorlar, bugün Kelaynaklar gibi) nesilleri tükenir, çünkü çevre şartlarına uyum gösterebilecek bir genetik adaptasyona sahip olamamıştır.

Hamamböcekleri neredeyse 140 yıl önce keşfedilen ve 80 seneden beri böcek öldürücü olarak kullanılan DDT’ye karşı artık bağışıklık kazanarak uyum sağlamıştır. Benzer şekilde birçok patojen bakteri de antibiyotiklere karşı direnç kazanmıştır. Fakat ne hamamböcekleri ne de bakteriler farklı bir canlı türüne dönüşmüştür. Sadece kendi türleri içinde daha dayanıklı hâle gelmişlerdir. Benzer şekilde çevre baskısına maruz kalan Kelaynaklar ise yedikleri böceklerin vücutlarında biriken insektisit zehirlerin tesirine uyum sağlayamadığı için nesilleri tükenme yoluna girmiştir.

Yeni Özellik İlave Olabilir mi?

Evrimciler bir organizmanın bazı karakteristik özelliklerine bakarak bunun kademeli bir değişim dizisi ile geliştiğini varsayarlar ve bunu içinde bulundukları ortama adaptasyon olarak adlandırırlar. Bu inanışa göre, kara omurgalılarını (tetrapodlar) üzerinde taşıyan bacaklar, sığ bir sahilden karaya çıkma hamlesi yapar, fakat suda yüzmeleri için yaratılmış yüzgeçleri karada yürümeye uygun olmadığından bazı adaptasyonlara ihtiyacı vardır. Yüzgeç ışınlarının kol kemiklerine ve göğüs kemerine dönüşecek ve binlerce sene sürecek bir adaptasyonu nasıl yapabileceği izah edilemez. Yüzebilecek durumda mükemmel yüzgeç ve solungaçlara sahip bir hayvanın kol ve bacak kazanması için sahilde çırpınmasını hayal edebiliyor musunuz? Bu senaryo ile ilgili en büyük problem, böyle bir değişmenin bütün unsurlarıyla birlikte ortaya çıkmasını gerektireceği zamanın belirsizliği ve değişime sebep olacak bir mekanizmanın bulunmamasıdır.

Tabiî seleksiyonla, bir balığın yüzgecinin kurbağa bacağına dönüşmesi yolunda göğüs kemeri ve bacaklara ait kemiklerin sırasıyla ve yerli yerinde gelişmesi için biyolojik işlemlerin ayrıntılı bir şekilde düzenlenmesi gerekir. Kemiklerin sadece mevcut olması yeterli değildir. Embriyoda doğru zamanda gelişmeleri, DNA şifresinde önceden belirlenmiş şekil ve boyutlarına sahip olmaları, doğru tendonlara, bağlara ve kan damarlarına, pektoral (göğüs kemeri) kemiklere bağlanmaları gibi birçok anatomik bilgi ile beraber sudan karaya geçişte gerekli birçok fizyolojik reaksiyonun ortaya çıkmasına ait büyük miktardaki bilgi, genom gibi son derece kompleks bir ansiklopediye kendi kendine giremez. Sadece mevcut bilgileri kodlayan genlerin bir kısmının okunup bir kısmının okunmaması gibi bir süreçle tür içi çeşitlilik artar ve ırklar meydana gelir.

Adaptasyon Ancak Aynı Türe Ait Irkları Netice Verebilir

Büyük anatomik yapılar (kol, bacak, kanat, akciğer, kalb gibi) sonsuz ilim ve kudret sahibi bir Zât olmadan çok özel bir mimarîde yapılamazlar. Hâlbuki evrimin iddiasına göre, bu yapılar genetik rekombinasyon, rastgele mutasyonlar ve tabiî seleksiyon baskısıyla ortaya çıkan adaptasyonla meydana gelir. Bu yapıların, başka bir hayvan türünün benzer yapılarındaki değişiklikten kaynaklanması mümkün değildir. Mesela ağaçkakan gagasının, atası olduğu iddia edilen bir theropod dinozor gagasından kaynaklandığını söyleyemeyiz. Ağaçkakanın gagası, yaratılışından itibaren belli bir gayeye uygun biçimde, belli bir ilim ve kudret eseri olarak, orijinal bir yapıydı. Ağaçkakanlar arasındaki gaga biçimlerindeki fark, tabiî seleksiyonun bir popülasyon içindeki daha güçlü gagaya sahip olanların nesillerini devam ettirmesi fikrine daha uygundur.

Bir ağaçkakan çiftini düşünelim: Erkek ve dişi ağaçkakanın, genom kütüphanesi hem kısa hem de uzun gagalı olmaya ait genler (bilgi) ihtiva edebilir. Kuşlar, ilk defa yeni bir ortama yayıldıklarında, hem uzun hem de kısa gaga genlerini taşıyan yavrular üretirler. Gaga büyümesinin gerçek kontrolü, karmaşık bir süreç olsa da basitleştirerek şu şekilde anlatabiliriz: Kalın ve yumuşak kabuklu ağaçların bulunduğu ormanlarda daha uzun gagaları olan ağaçkakanlar daha başarılı olarak beslenip yuva yapabilecek ve daha fazla üreyecektir. İnce ve daha sert kabuklu ağaçların bulunduğu bir ormanda ise kısa ve daha güçlü gagaya sahip olan ağaçkakanlar hâkim duruma geçecektir. Gagalarının boyu ve kalınlığı bakımından farklı bu iki popülasyon, coğrafi olarak birbirinden ayrılmış ve her popülasyon kendi içinde ürüyor, yani yeni yavrular aynı gen havuzundan üretiliyorsa, bir müddet sonra farklı gaga yapısına sahip iki yeni ırk veya alttür ortaya çıkabilir. Kısa gagalı ağaçkakanlar kendi içlerinde üredikçe giderek uzun gagalı olmaya ait genlerin bilgisi kaybedilecektir. Gaga uzunluğuna tesir eden önemli bir genetik bilgi eklenmeden, artık uzun gagalı ağaçkakan üretilmeyecektir. Uzun gagalı ağaçkakanlar ise kısa gagalı yavrular üretme potansiyeline sahip olacaktır, fakat bu kısa gagalılar daha az rekabet edebileceklerinden, bunların popülasyondaki sıklığı azalma eğiliminde olacaktır. İki ayrı bölgede bulunan bu iki grubun izolasyon sebebiyle bir araya gelip yeniden ortak bir gen havuzu tesis etmeleri mümkün olmadığı için bunlar iki ayrı ırk olarak hayatlarını sürdürecektir. Peki, bunlar milyonlarca yıl içinde, artık birbiriyle çiftleşip verimli nesiler üretemeyecek kadar değişip iki yeni türe dönüşebilirler mi sorusunun cevabı iki türlü verilebilir: Geçmişte bir cins içinden bu şekilde iki tür meydana gelmiş olabilir, fakat bunu geriye doğru devam ettirerek familya, takım, sınıf ve şube seviyelerine getirip solucan, böcek, yumuşakça, derisi dikenli, balık, kurbağa, sürüngen ve kuş gibi birbirinden çok farklı ve aralarındaki organ ve yapı farklılıklarına ait binlerce sayfalık genom bilgisinin bulunduğu grupların adaptasyonla ortaya çıkması muhal ötesi muhaldir. Daha çarpıcı bir örnek olarak, koyunla kurdun veya aslanla antilobun aynı atadan tabii seleksiyonla farklılaştığını söyleme paradoksunu düşünebilirsiniz.

Ağaçkakan popülasyonundaki varyasyon, uzun gagaları olan kuşları üretme potansiyeline sahiptir, ancak yeni bilgilerin üretildiğine dair bir delil yoktur.

insektisit: Böcek öldürücü.

kanserojen: Kansere sebep olan.

taksonomist: Bitki ve hayvan türlerini tasnif eden ve isimlendiren bilim insanı.

Dipnot

  1. Zhou, S., Xiong, L., Xie, P. ve ark. (2015): Increased Missense Mutation Burden of Fatty Acid Metabolism Related Genes in Nunavik Inuit Population. PLoS One, 10 (5): e0128255.

 

Bu yazıyı paylaş