Kendileriyle Yüzleşmede Hâle ile Hâllenenler-4

Hazreti İmam, başı her zaman utûfet kapısının eşiğinde, kalb gözü basiretleri kapı aralığında, teveccühe teveccüh beklentisiyle kalb ritimleri “Hû, Hû” diye atarak dillendirir başka bir yönelme yöntemini. Hakk’a öyle sadakat ve istikamet besteleri sunar ki, hayranlıkla kulak kesilir yer ve gökteki mukarrebler:

“Ey Rabbim! Çeşit çeşit şek ve şüphe tahayyülleri -bunlar onun ufkuna ait iniltiler-sürekli köpürüp duruyor içimde. Bulandırıyor Senin o dupduru lütuflarının semâvî saffetini. Ne olur kaldır yakınlığına engel bu şekk ü şüphe sisini dumanını, gelip geçici de olsa kulluk tavrına uygun düşmeyen yakışıksız mülahazaları!.. Gönlümü yalvarıp yakarma hissiyle coştur! Kalbimi hep Sana yakın bulunma idrak ve şuuruyla gerçek dirilişe erdir!..”Yüzde bir ihtimalle zelle yaşama endişesiyle tir tir titrer; beyninin bütün fakülteleriyle, birinin ifade ettiği mazmun çerçevesinde,

“Başım rahmet kapının eşiğinde,

Sana teveccüh zevki içindeyim;

Olsam da günahlarla âlûd bende,

Yüzümün karasıyla emrindeyim.”

vefa nağmeleriyle içini döker Yaradan’a ve beraat fermanı beklemeye durur, beklediği gibi o güne kadar.

Yetinmez bu itaat ve inkıyat iniltileriyle, rahmet ve şefaat kapısının tokmağına dokunmakla; “iman-ı kamil, amel-i sâlih” der sızlanır.. âh u vâhlarını ihlas ve rıza ufkuyla taçlandırmaya koşar:

“Ey Rabb-i Rahim’im! Bizi, hoşnutluğunu hedefleyip soluk soluğa koşan gönül erbabından eyle! Her an gözü o kapıda, eli kapının tokmağında bulunan aciz bendelerini, onlarca en büyük iltifat sayılan rıza ve aşk u iştiyak düşünceleri ve içten düşleriyle, Senin sımsıcak teveccühüne vesile huzur-ı kibriyânda, kemerbeste-i ubudiyetle serfirâz kıl! Nezd-i ulûhiyetinde değişik payelerle şereflendirdiğin.. tasavvurları aşkın keyfiyetlere ulaştırdığın.. fazl u kereminle Kendini tam duyurduğun.. Sana karşı olan aşk u alâkalarını iştiyak üstü iştiyakla taçlandırıp vicdanlarını tecelligâh-ı ilahî seviyesiyle seviyelendirdiğin.. gönüllerini her lahza bir aşk u şevk cezbesiyle Kendine yönlendirdiğin Mustafeyne’l-Ahyâr (seçkin bendegân)dan eyle! Ey ‘rıza!’ deyip Zâtına teveccühe doymayan kapı kullarını vuslat yollarında yüz üstü bırakmayan Keremkânî! Bu bendeni de kabule karîn kıldığın bahtiyarlar zümresine ilhak buyur!..”

Ey o yüce hâleye müteveccih dırahşan çehre! Sen her zaman aynı şeyleri diledin ve aynı şeylerle sürekli içten içe inledin. Sesin/sesiniz gelip tâ bu çağlara da ulaştı. O nağmeleri duymaya teşne gönüller, sızlanışlarınızı paylaşma sadedinde aynı şeyleri dillendirdi ve vicdanlarının diliyle, elleri aynı kapının tokmağında,

“Kerem kıl, kesme Sultanım keremin bînevâlerden

Keremkâne yakışır mı kerem kesmek gedâlerden!..” (M. Lütfi Efendi)

deyip iç döktüler. Aslında O, hiçbir zaman “kerem!” diyerek kapısına yönelenleri yüz üstü bırakmamış ve asla onlara hicran yaşatmamıştır.

Hazreti İmam konuyla alakalı niyazını daha da derinleştirerek inler ve “Ey Rabb-i Rahîm’im! Enîsim ol! Ruhumdaki Sensizlik vahşetini gider.. sürçmelerimi ve düşe-kalka yürümelerimi bağışla! Hatalarımı Settâr ism-i şerifinle setreyle! Bendeni sıyanet seraları içine alarak teminat-ı hâssanla emin kıl!”der; teveccüh, inayet, riâyet, kilâet beklentileri içine girerek, tutunur o kopmayan “urvetü’l-vüskâ”ya ve yürür tevekkül, teslim ve tefviz kanatlarıyla “lâ mekânî”liğe doğru.

Doymaz nâmütenâhî istikametindeki şahlanışında her vesileyi değerlendirmeye.. yönelir yerinde muhabbet mihrabına.. aşk dilenciliğine durur Maşuk-ı Hakîkî’den.. yetinmez elde ettikleriyle, “daha!” der; kanat çırpar, yükselir verâlar verâsı ufuklara.. ulaşmak istediği zirveye erme adına kalmaz eşiğine baş koymadığı ve teveccüh etmediği sıfât ve şuûn.. gönülden hep bir dilenci tavrıyla süsler niyazlarını o “Güzel İsimler” boyasıyla.. bilmez nazlanmayı, inler sürekli Hazreti Yakup ve Yûnus İbn Mettâ gibi, إِنَّمَا أَشْكُو بَثِّي وَحُزْنِي إِلَى اللهِ (Yusuf sûresi, 12/86) iniltileriyle, tasa ve dağınıklıkla hep Hazreti Müşkil-küşâ’nın kapısı önünde.. sızlanır ve Kudreti Sonsuz’a ne inceden ince niyaz besteleri sunar.

Yer yer ümit ve reca hissine kapılır ve şevk u şükürle şahlanarak Yunus edasıyla:

“Hoştur bana Senden gelen,

Ya hıl’at ü yahut kefen;

Ya taze gül yahut diken,

Lütfun da hoş, kahrın da hoş.”

der. Rıza televvünlü reca hissiyle her vâridi bir armağan gibi öper, başına kor; olup biten bütün bu ihsasları özel bir teveccüh anlayışıyla ve “Rabbimin benimle muamelesi!” mülahazasıyla karşılar; Rab’den birer armağan saydığı bütün bu deyiş ve sezişleri iç içe sevinç hissiyle istikbal eder.

Hep böyle olmuştu ve böyleydi Hâle ile hallenenlerin değişmeyen duyuş ve sezişleri.. hiçbir zaman dinmeyen heyecanları ve azm ü ikdamları.. baş döndüren semâvîlikleri ve melekleri imrendiren, şeytanları fersah fersah uzaklaştıran kalb ve ruh desenindeki tavırları. Ne hoş dillendirir âşıklar sultanı Hazreti Mevlânâ, Hâle’ye müteveccih bu dırahşan çehrelerin o farklı yanını: “Bazen melekler bizim incelik ve nezaketimize imrenirler; bazen de şeytanlar kabalık ve densizliğimizden nefret duyarlar.”

Günümüzde gök ehlini imrendirecek insanların bulunduğuyla alakalı bir şeyler söylemek oldukça zor ama şeytanı zil takıp fıkır fıkır oynatan insan sayısının hiçbir dönemde olmadığı kadar mebzul bulunduğu da bir gerçek.

“Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, ciddi bir “ba’s-ü ba’de’l-mevt” ile, bütün bütün şirazeden çıkmış bu çağın şeytan güdümündeki insanlarına da Hâle’ye müteveccih gönül erleri yolunda dirilişler lütfeylesin!” niyazıyla, bu konuya da bir noktalı virgül koyarak şimdilik “yeter!” diyorum.

Bu yazıyı paylaş