Bitkilerin Ömürleri ve Kâinat Kitabını Okuma

 

Canlıların hayat süreleriyle ilgili çalışmaların temel sebeplerinden birisi, elde edilebilecek bilgilerden istifade ederek, sebepler dâhilinde (kaderin hükmü mahfuz), insan ömrüne tesir eden faktörleri açığa çıkararak yaşlanmayı yavaşlatmaya ve ömrü uzatmaya dair ilâhî sırlardan bir kısmını öğrenmektir.

Yaşlanma ve ömür süresinin biyolojik süreçlerine ait temel biyokimyevî ve metabolik işleyişlerin ana merkezinin, genomda şifrelenmiş programda olduğu, genel olarak kabul edilmektedir. Ancak kalori alımı azaltıldığında, yani az yenildiğinde ömrün uzadığı, ot yiyenlerin et yiyenlerden daha fazla yaşadığı, hücrelerin kromozom uçlarındaki telomerlerin kısalmasıyla yaşlanmanın paralel ilerlemesi gibi biyolojik tespitlerin her birinin belli bir ağırlığı olsa da ömür süresi konusunda henüz çok sayıda bilinmezin olduğu unutulmamalıdır.

Bitkilerin ömürleri hayvanlara göre çok daha uzundur. Bir veya iki yıllık otsu bitkiler anatomik yapılarının yumuşaklığından, yani odunsu dokularının olmamasından anlaşılacağı gibi, zaten kısa bir hayat sürmek için yaratılmışlardır. Fakat otsu bitkilerin de bazı türlerinin ömrü tartışmalıdır. Sonbaharda kuruyup öldü dediğimiz bitkilerin aslında yer altındaki köklerinden her bahar ayında tekrar başak vermesi ve çiçek açmaları yeni bir bitkinin yaratılması mıdır, yoksa kökü eski olan, yer altında saklanmış bitkinin tekrar görünür hâle gelmesi midir?

Kökleri derinlere inen çalı tarzı bitkilerin de aslında hayat sürelerine bu açıdan bakıldığında her baharda açılan çiçekler, hayvanlardaki gibi yeni bir ferdin yaratılması değil, kış sürecinde bir kısım organları kurumuş ve geri çekilmiş bitkinin yeniden kendini göstermesidir. Yaz çiçekleri veya sebzeler sadece yıllık bitkilerdir, ilkbahardan sonbahara kadar yaşarlar. Şalgam, salep gibi yumru köklü bitkiler, iki ya da daha fazla yıl yaşayabilir. Kökleri birkaç sene yer altında kalsa da görünen çiçekli gövdeleri sadece bir yaz süresince canlı kalır.

Ağaçlar ise çok sağlam yaratılmış odun dokusunun desteklediği gövdeleri ve geniş alana yayılabilme kabiliyetindeki kök sistemleriyle zaten anatomik ve fizyolojik olarak uzun süre yaşamaya programlanmışlardır. Ancak ağaçlar için de ömür süreleri bakımından ciddi farklılıklar söz konusudur. Burada genetik donanımın koyduğu sınırlara bağlı olarak takdir edilen ömür süresi söz konusudur.

 

Uzun Yaşayan Bazı Bitkiler

Bilinen en eski ağaç bir Ladin türüne ait olup 2004 yılında İsveç’te Leif Kullmann tarafından keşfedilmiş ve radyoaktif karbon izotopu testiyle de 9550 yaşında olduğu tespit edilmiştir. Kaliforniya’da halen yaşayan ve tabiat şartlarına karşı bozulmadan ayakta kalan bir çam türü olan Pinus aristata var. Longaeva, 5066 yaşındadır. Cezayir’de 4000-5000 yaşında olduğu düşünülen Tamrit Selvi ağaçları ile Yakushima adasında yaşayan ve 7000 yaşında olduğu tahmin edilen Japon Sedir ağacının yaşları ise henüz kesinleştirilememiştir.

Fasulye gibi bitkilerin, tohumunun hayatı da dâhil, ömrü 5-8 yılı geçmediği halde, nasıl oluyor da Kayın(Fagus)500-1000, Porsuk (Taxus baccata)100-3000, Meşe (Quercus)500-1300, Ladin (Picea)300-500, Likenler 1-1000, Bristlecone çamı (Pinus aristata)4900 yaşına kadar; bazı çam türleri (Pinus sp.)300-600, Ihlamur (Tilia)600-1000, Dev Sekoya (Sequoiadendron giganteum)4000, Sahil Mamut ağacı (Sequoia sempervirens)2100, bazı Kavak türleri (Populus sp.)400-600, Köknar (Abies)300-500, Karaağaç (Ulmus)300-600, Sedir (Cedrus)1000 yaşına kadar, Selvi (Cupressus)2000 yaşına kadar yaşamaktadır?

Tasmanya adasının kuzeybatısında bir dağda, genetik açıdan aynı kökten gelen, yerli adıyla Huon denilen çam ağaçlarının meydana getirdiği bir alanda yapılan ilmî araştırmalara dayanarak, bu toplu ağaçların tek bir fertten çıktığına inanılmaktadır. Birbirinden türeyerek gelişen bu ağaçların en yaşlısının yaklaşık 2000 yaşında olduğu tahmin edilmektedir. Birbirinden klonlanmış halde gelişmiş Lagarostrobos frankliniitürüne ait topluluğun kendisinin ise yaklaşık 10.500 yaşında olduğu düşünülmektedir. Antik çağlardan beri sahip olduğu kök sistemi devamlı gelişip yenilenerek artarken, 2000 yaşını bulanlar ölmekte, fakat aynı genetik yapıdaki arkadan gelen gençler tarafından ağaçların mevcudiyeti sürmektedir.

Bu arada bütün ölçüleri alt-üst eden enteresan bir keşif ortaya çıktı. Kaliforniya Üniversitesinden Jeffrey Ross-Ibarra liderliğindeki bir araştırma ekibi, 2009 yılında 13.000 yıl boyunca aynı kökten klonlanarak gelişen çalı formunda, Quercus palmeriisimli, meşe türü bir çalı buldu. Araştırmacıların iddiasına göre, son buzul çağından beri hayatını sürdüren bu bitki şimdi kuraklık ve sıcağa alışmış durumdadır.

Bitkinin kökleşmiş gövdelerinden son derece yavaş büyüyen yeni filizler, 20 metreyi aşabilecek kadar büyüyebilir. Devam eden çalışmalar mevcut yaş tahminini doğrularsa, bu meşe en eski Kalifornia Sequoia(Mamut) ağacından bile 10.000 yıl daha yaşlı bir ağaç olarak kayıtlara girmiş olacak. Almanya’daki en eski ağaçlar yaklaşık 1000 yaşlarındaki meşe ve porsuk ağaçlarıdır.

 

Genetik ve Ömür

İnsanların yaratılış planında mavi gözlü mü, kahverengi gözlü mü, iri kulaklı mı, küçük kulaklı mı, kemerli burunlu mu, düz veya yassı burunlu mu olacağının belirlenmesinin, İlâhî kader programına perde olan biyolojik lisanının ismi olan genom haritası, bitkilerde de geçerlidir. Dolayısıyla hayat süresinde bitkinin karşılaşacağı soğuk, kuraklık, aşırı sıcaklar, hastalıklar gibi faktörlerin her birine karşı koyabilecek bir genetik donanıma sahip bitkinin, uzun yaşama ihtimali artmaktadır.

Uzun ömürlü ve dayanıklı bitkiler yaşamak için yalnızca su, mineraller ve havaya ihtiyaç duyar. En zor iklim şartlarına karşı koyabilecek korunma ve dayanıklılık stratejilerine kaynaklık eden genetik kodların aktif edilmesiyle işleyen fizyolojik süreçler çok komplekstir. Akılsız ve şuursuz bitkilerin çevre şartlarını hesap ederek hayatta kalmak üzere kendi kendilerine taktikler geliştirdiğini hiç kimse iddia edemez. Bitkileri böceklere karşı koruyan, soğukta çatlayıp patlamalarına engel olan, kompleks bileşiklerin tesadüfen oluştuğunu söylemek de aklı inkâr etmek değil midir? Bir bitki su alamadığında, yavaşça kıvrılır, solar, çöker ve yaprakları düşer. Fakat bu hiçbir zaman bütün bitkiler için hemen ölüm demek değildir. Allah’ın ihsan ettiği özel donanım sâyesinde ortaya çıkan birçok metabolik değişikliklerle bir bitkinin çok uzun müddet hayatını devam ettirmesi mümkündür ve suyunu tekrar bulduğunda yeniden hayata döner.

Yeryüzündeki hayatın temeline bitkiler konulmuştur. Havadaki karbondioksiti güneş ışığını kullanarak önce şeker gibi bir temel gıdaya, sonra da yağa, proteine veya nişastaya çevirebilecek bu muhteşem kimya laboratuvarları, bir taraftan da havaya oksijen vererek hayvanların ve insanların hayatını sürdürebilmelerine vesile olurlar.

Kâinat Kitabını Okuma

İnsan yeryüzüne halife olarak gönderilmiştir. İnsanoğlu, Allah’ın verdiği akılla birlikte ilham ve vahiy gibi manevî bilgi kaynaklarından istifade ederek eşyada tasarruf hakkını kullanabilir. Diğer bir tabirle; eşyanın yaratılışındaki fıtrî meyelânı anlayabilirse, insanlık için faydalı üretimlerde bulunabilir. Hayvan ve bitkilerin orijinal genomuna şuursuzca, hırsla ve kibirle müdahale etmeden, yani mahiyetlerini bozup tür değişikliğine zorlamadan, aynı tür içinde melezleme çerçevesinde genom müdahaleleri yaparak daha fazla süt veren, daha fazla yumurtlayan, daha uzun yün üreten türleri geliştirmekte hiçbir mahzur yoktur. Aynı şekilde bitkilerde de yine dışarıdan herhangi bir yabancı gen yerleştirmeden, meyve ve sebzelerin farklı kalitelerde ırklarını üretmek de insanın, Allah’ın verdiği ilmi ve aklı kullanarak canlılar üzerindeki halifelik imtiyazını göstermesidir.

Batının gelişmiş ülkeleri Allah’ın yarattığı kâinat kitabını hallaç edip araştırılmadık tarafını bırakmazken, İslâm dünyası maalesef bu konulara çok yabancı kalmıştır. Müslüman akademisyen yetiştirip kâinatı araştırmaları için teşvik eden Hizmet Hareketi’nin üniversiteleri bu hususta atılım yapma gayreti içindeyken maalesef korkunç bir ihanetle bütün bu gayretler berhava edilmiştir.

Kapatılan okullardaki fen laboratuvarlarının güçlü olması, öğrencilerin araştırmaya yönlendirilmesi, ileride Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) müjdesi olan, “Allah çaresiz hastalık yaratmamıştır, tedaviye devam edeniz ve çare arayınız” mealindeki hadis-i şerifin tahakkuk etmesi için hep teşvik mahiyetinde olmuştur. Nitekim muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi yıllar önce yaptığı bir sohbetinde, enteresan biyolojik noktalara temas ederek, zeytin, çınar ve sekoya gibi uzun yaşayan bitkilerin genlerinden istifade ederek insan ömrünün uzatılabileceğine, yaprağını dökmeyen ağaçların genlerinden istifade ederek saçların dökülmesinin önlenebileceğine dair ufuk açıcı bilgilerle akademisyenleri bu konularda çalışmaya teşvik etmişti. Arı ve karınca gibi bazı hayvanların belli kısımlarından istifade edilerek bazı hastalıklara karşı ilaç hazırlanması konusunda da çok sayıda müspet netice alınmıştır.

Bediüzzaman Hazretlerinin Risâle-i Nur’daki, “Elbette nevî beşer âhir vakitte ulûm ve fünuna dökülecektir, bütün kuvvetini ilimden alacaktır. Hüküm ve kuvvet ise ilmin eline geçecektir”1 şeklinde belirttiği bu husus üzerinde önemle durulması gerekir. Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, akademisyenlerle yaptığı sohbetlerde devamlı olarak müspet ilimlerin önünü açacak hedeflerle teşvikte bulunurken kanser ve Alzheimer gibi hastalıkların şifasının bulunacağına dair ümitlerini belirtmiştir.

Bediüzzaman Hazretlerinin, “Öyleyse, ey insan ve ey musibetzede benî Âdem! Meyus olmayınız. Her dert, ne olursa olsun, dermanı mümkündür. Arayınız, bulunuz. Hattâ ölüme de muvakkat bir hayat rengi vermek mümkündür”2ifadelerindeki, “ölüme muvakkat (geçici) bir hayat rengi vermek” tabirinden, genetikteki ilerlemelerle, ileride organ nakli gerektiren yetmezliklerde kişinin kendi orijinal genomundaki şifreye göre programlanmış, muafiyet sisteminin karşı koymayacağı kendi organlarının üretilmesi ve böylece hayatın uzatılması anlaşılabilir.

 

Dipnotlar

 

  1. Sözler, Yirminci Söz, İkinci Makam.
  2. a.g.e.

Bu yazıyı paylaş