Fethullah Gülen Hocaefendi ve onun düşüncelerinden istifade edilerek oluşan “Hizmet” veya “Gönüllüler Hareketi,” son zamanlarda hem Türkiye’nin hem de dünyanın dikkate değer sosyal olgularından biri haline gelmiştir. Bu sosyal gerçekliği tahlil bağlamında birçok akademik çalışma yapılmaktadır. Biz de bu incelememizde Gülen’in sosyal bilim anlayışının ana hatlarını ele almaya çalışacağız.
Sosyal bilim; insanı, toplumu ve ağırlıklı olarak insan-insan, insan-toplum ve insan-eşya ilişkilerinin sistemli bir biçimde incelenmesini hedefleyen, ilmi metoda uygun olarak üretilmiş düzenli bilgilerdir.[1]
Sosyal bilimler önceleri sosyolojinin içinde düşünülmüştür. Özellikle Fransa ve İngiltere’de birçok bilim adamı sosyolojinin içine tarihi, iktisadı ve siyaset bilimini katarak sosyal bilimleri geliştirmeye çalışmıştır. Fakat daha sonraları bu anlayış terk edilerek sosyal bilimler birbirinden bağımsız bir şekilde ele alınmıştır. Hatta birbirleriyle münasebetleri yokmuş gibi telakki edilmiştir. Günümüzde ise bu anlayış da terk edilerek sosyal bilimlerin hepsinin birbirleriyle irtibatlı bir bütün teşkil ettikleri görüşü ağırlık kazanmıştır.[2]
Dünya ölçeğinde, makro sosyal teoriler misali, büyük bir sosyal ve eğitim hareketine ilham veren Gülen’in düşüncelerinin geniş bir teorik muhteva taşıdığı gözlenmektedir. O, toplumla ilgili sistemli bilgiler üretmiştir. O, sadece bilgi üretmekle kalmamış, teorik derinlik ile pratik zenginlik arasında tam bir uyumu da sağlamıştır. Gülen’in sosyal bilimlerle ilgili önemli yorum ve uygulamalar yaptığı görülmektedir. Zira o, konuşma ve yazılarında sosyal bilimlerin bazı kavramlarını sıklıkla kullanmaktadır. Mesela “örf, adet, anane, tabu, ülkü, objektif değerlendirme, kolektif şuur, Rönesans, mefkûre”[3] bunlardan bazılarıdır. Yine onun yazı ve konuşmalarında; Marx, Durkheim, Freud ve Comte gibi sosyal bilimlerde önemli yeri olan birçok şahsa atıf yapılmakta, yer yer onlara eleştiriler de yöneltilmektedir.[4] Bu Batılı sosyal bilimcilerin yanı sıra Gülen, İbn-i Haldun’dan, Gökalp ve İsmail Faruki’ye kadar birçok Doğulu sosyal bilimciye de atıf ve kritikler yapmaktadır. Bu meyanda, ilim çevrelerince sosyolojinin kurucusu olarak kabul edilen İbn-i Haldun’un yaygın görüşün aksine olarak; İslam iktisadının da kurucusu kabul edilmesini eleştirmesi, dikkate değer bir noktadır.[5]
Gülen’in sosyal bilim anlayışı, onun genel bilim anlayışının bir yönüdür. O, bilime bütüncül bakmak kaydıyla, sosyal bilim alanında da teorik, pratik, metodolojik yorum ve teklifler getirmektedir. Şüphesiz onun bu yaklaşımları; günümüz bilim ve sosyal bilim anlayışlarına önemli açılımlar sağlayabilir. Şimdi, tespit edebildiğimiz kadarıyla, onun bu meyandaki görüşlerini ele alalım:
1- Sosyal Bilimin Temel Dinamikleri
Ona göre ideal bilim ve dolayısıyla sosyal bilim; ilham, akıl ve tecrübe sacayaklarına dayanmalıdır.[6] Onun burada akıl ve tecrübe gibi modern bilimlerin temel unsurlarıyla, manevi ilimlere ait bir kavram olan ilhamı birleştirmesi dikkate değer bir noktadır. Burada modern olanla geleneksel olanın birlikte ele alınması söz konusudur. Gülen, modern bilimlerin fazla dikkate almadığı kalbi de bir bilgi yolu olarak kabul etmektedir: “…insanda, aklî kabiliyetin ötesinde bir de kalb sahasının mevcudiyetinden bahsedilmektedir…”[7]
Gülen, akıl ve mantık kavramlarının önemine de sıklıkla vurgu yapmaktadır. Fakat bu akıl ve mantık, maneviyattan kopuk değildir.[8] Onun Kur’an-ı Kerim’den ilham alarak formüle ettiği yeryüzü mirasçılarının üçüncü vasfı ilme yönelmektir. Gülen, bu yönelişin temel formülünü de şöyle oluşturmaktadır: “Mirasçının üçüncü vasfı; akıl, mantık ve şuur üçlüsüyle ilme yönelmek olacaktır.”[9] Bu durumda Gülen’e göre ideal bilim; ilham, akıl ve tecrübe sacayaklarına dayanmalı, bunlar da kalb, mantık ve şuurla birlikte çalışmalıdır. Onun bu yaklaşımından hareketle ilham, akıl ve tecrübeyi bilginin temel kaynakları, kalb, mantık ve şuuru da bilginin temel tahsil araçları şeklinde yorumlayabiliriz.
2- Sosyal Bilimlerde Çok Faktörcü Olmak
Metodolojik açıdan, Gülen’in sosyal bilim anlayışının temellerinden birisi de onun çok faktörlü izahlar yapmasıdır. Bu durum, modern sosyal bilimlerin de ana eğilimidir. Gülen, sosyal bilimlerde çok faktörcü bir bakış açısını önermektedir. Fakat bu çokluk içerisinde mutlaka bir bütünlük de olmalıdır. Ona göre bunu sağlayacak olan temel unsur marifetullahtır. Modern sosyal bilimciler ise, birçok faktör arasındaki bağı, nasıl ve neyle kuracakları konusunda fazla bir şey söyleyememektedirler. Gülen, modern bilimin çok zayıf kaldığı bu noktaya açılımlar getirmektedir.
Gülen’e göre ancak marifet ipiyle birbirine bağlanabilen bir sürü faktör; fizikle metafiziği, madde ile manayı, dünya ile ukbayı aynı anda ele almakta, zıt gibi görünen unsurları bile uyum içerisinde birleştirebilmektedir: “Fizikten metafiziğe, maddeden enerjiye, cesetten ruha, hukuktan tasavvufa hep onunla beraber olmak. Evet, varlığı tam kavrayabilmek için hem tasavvufi düşünce, hem ilmi araştırma çifte usulünü kabul etme mecburiyetindeyiz.”[10],“…Gerçi tarihi hadiselerin arkasında pek çok sebep söz konusudur ama; yine de Kudreti Sonsuz, sebepleri icraatına bir perde yapmıştır ve bizim dünyamızı da onlarla kuşatmıştır.”[11]
Bu anlayış, din ile bilim arasındaki ikiliği de ortadan kaldırmaktadır: “Gerçekleştirilebildiği takdirde, böyle bir bakış zaviyesi sayesinde, ilim dinin bir buudu haline gelir ve onun hizmetçisi olur.. akıl ilhamın elinde her yere ulaşabilen bir ışık tayfı kesilir.. tecrübi müktesebat da varlığın ruhunu aksettiren bir prizma mahiyetini alır.. ve her şey marifet, muhabbet ve zevki ruhani neşideleriyle gürler.”[12], “Her yerde din ile ilim el ele yürüyecek.. iman ile akıl sarmaş dolaş her yere meyvelerini saçacak.”[13]
3- Sosyal Bilimlere Bütüncül Bakmak
Gülen’e göre bilimlere bütüncül bir açıdan bakılması gerekir: “…cüz’iyatta külliyatın perde arkasını seyrederek, külliyata da, cüz’iyyat ve teferruatın en ücra kolonilerine kadar uzanarak bütünü birden anlamaya…”[14] ihtiyaç vardır ve “…fizik ve metafizik, ruh ve maddenin birleşik dünyasına göre [vakıalar] değerlendirilmeliydi!”[15]
Bununla birlikte o, farklı bilim dallarında ihtisaslaşma kavramına da karşı değildir. Ona göre bilim adamları elbette ihtisaslaşmalı hatta her bilim adamı kendi alanıyla ilgili o bilimi daha ileri götürecek mefkûrelere sahip olmalıdır. Fakat ihtisaslaşırken bütünün insicamı da bozulmamalıdır: “Bu mütalaa ile, ihtisaslaşma ve branşlaşmanın aleyhinde olduğumuz zannedilmemelidir. Elbette ki herkes belli bir sahada uzmanlaşacak ve ihtisas yaptığı branşın arşı kemalatına ulaşarak o sahaya ait gaye-i hayali yakalamaya çalışacaktır. Ancak, bu yapılırken, bütünün mana, muhteva ve konumu, hatta hedef ve gayesi de göz ardı edilmemelidir.”[16]
Gülen’e göre hayatla bilim de birbirinden ayrı değildir. O, hayatla bilime bütüncül bakabilen bir insanı şöyle tarif etmektedir: “Onun hayatında dünya ukba ayrımı söz konusu değildir.. kalbiyle aklı arasına berzahlar yoktur.. duyguları mantığıyla iç içedir.. muhakemesi ilhamlarını tanımazlık edemez. Keza, onun düşünce dünyasında tecrübe, akla uzanan ışıktan bir merdiven, bilgi, firaset statikli yüksek bir burçtur… bu sistemde insanın ferdi ve içtimai ihmali de söz konusu değildir.”[17]
Böylece Gülen, sosyal bilimlerin temel metotları arasına bütüncül bakışı da dâhil etmektedir. Bütüncül bakış, modern bilimlerin en zayıf noktalarından biridir. Gülen, bilimde bütüncül bakışı gerçekleştirmeye yardımcı olacak marifetullahdan başka, bazı faktörlere de temas etmiştir. Bunlar; kolektif şuur, bilgi, koordinasyon ve deha[18] gibi unsurlardır.
4- Sosyal Bilimlerde Sistematik Olmak
Gülen, genel bilim anlayışı çerçevesinde modern sosyal bilimlerin çok önem verdiği sistematik olma kavramı üzerinde de durmaktadır. Ona göre ideal nesiller ilmi faaliyetlerinde sistemli olmak zorundadır.[19]
Gülen, sistemli düşünceyi sadece bilim adamları için değil, bütün toplum için arzulamaktadır. Kitleler, ilimle, irfanla aydınlatılmadıkça, toplum sistemli düşünmeye alıştırılmadıkça ve yanlış, sapık düşünce akımlarının önü alınmadıkça, milletimiz için kurtuluş ümidi beslemek abestir.[20]
5- Çağdaş Sosyal Bilimlere de Varis Olmak
Gülen, kendisinin “yeryüzü mirasçıları” olarak vasıflandırdığı ideal nesillerin çağdaş bilimlere de varis olmalarını istemektedir. Bu onun bütün bilimleri kucaklama anlayışının bir gereğidir: “… yeryüzüne mirasçı olmak için, evvela, salahate, yani dinin Kur’an ve sünnet çizgisinde yaşanmasına ve İslam’ın hayata hayat olmasına gayret etmek; sonra da çağın ilim ve fenlerine varis olmak şarttır.”[21] Buna göre ideal nesiller, çağdaş bilimlerle geleneksel bilimleri aynı potada eritme ve bütünleştirme başarısını göstermelidirler: “Gönülleri fizikten metafiziğe, matematikten ahlaka, güzel sanatlardan tasavvufa, kimyadan ruhaniliğe, astronomiden enfüsiliğe, hukuktan fıkha, siyasetten süluke kadar bütün ilim, zeka, irfan, varidat ve füyuzat sahalarına açık ruh ve mana hekimleri.”[22]
6- Sosyal Bilimlerde Mukayeseci ve Eleştirel Olabilmek
Gülen, bir realite olarak sosyal bilimleri kabullenmekle birlikte onları kritiğe tabi tutmaktadır. Ona göre modern çağın bütün bilim ve teknolojisine sahip olunmalı, fakat onların hataları da düzeltilmelidir. O, aynı zamanda sosyal bilimin karşılaştırma metoduna da vurgu yapmaktadır. Gülen, bu yaklaşımlarıyla bilhassa sosyal bilimlerin izafi yönüne dikkat çekmektedir: “… sonra da çağın ilim ve fenlerine varis olmak şarttır…”[23] Onun bu ifadesindeki “ilim” kavramını sosyal bilim olarak anlayabiliriz. Nitekim o bazen açıkça bu bilimlerin isimlerini de vermektedir: “Evet, bugün her şeyden daha çok, dünü-bugünü bir arada görebilecek.. kainat, insan ve hayatı birden perspektife alabilecek.. mukayeseci.. varlığın sebepler ve illetler buuduna açık.. milletlerin ve cemaatlerin varoluş ve yıkılış senaryolarına vakıf.. sosyoloji ve psikolojinin hata ve sevaplarında hakem…”[24]
7- Sosyal Bilimlerde Determinizm Problemi
Gülen’in bilim ve sosyal bilim metodolojisi bağlamında üzerinde durduğu önemli noktalardan birisi de; determinizm problemidir. Her şeyin illiyet kanununa uygun bir vetirede vuku bulduğunu iddia ve kabul eden determinizmin[25] bir ekolü, tabiatın ve âlemin üstünde bir sebebin varlığını kabul etmez.[26] Bununla birlikte metodik determinizm, ilmi araştırmaya rehberlik etmektedir.[27]
Gülen, Allah’ın hakiki müessir olduğunu unutmamak kaydıyla sosyal hayatta sebeplerin çok önemli olduğunu kabul etmektedir. Ona göre sebeplere riayet bir çeşit duadır: “… tenasüb-i illiyet prensibine göre sebep-sonuç mevzuunda hassas, riyazi ve rasyonel davranmak… Sebeplere bunca önem verip onları küstahlaştırmayı yadırgayanlar olabilir; bir ölçüde, ben de buna iştirak ederim: İnsan kendine düşen vazifeyi yapmalı, şe’ni rububiyetin gereğine karışmamalıdır. Vazife bize ait bir sorumluluk, sebeplere tevessül de neticenin istihsali için, dua hükmünde Hakk kapısına sunulmuş bir müracaattır.”[28]
Gülen, sebeplere riayet etmenin aynı zamanda dini bir vecibe olduğunu ifade etmektedir: “…Ancak esbaba riayet edilmesi ve illetlerin birer mini vesile olarak değerlendirilmesi de yine Allah’ın emridir. Bu itibarla da insanın, sünnetullah dediğimiz şeriatı fıtriyenin prensiplerine uymadığı zaman, büyük ölçüde dünyada, belli nisbette de ahirette cezalandırılacağına inanıyoruz.”[29]
Gülen, tarihi olaylarda da belli bir determinizmin olabileceğini ifade etmektedir: “Varlığın sinesinde her zaman müşahede ettiğimiz bir muayyeniyet (determinizm) belli ölçüde ve şartlı olarak tarihi hadiselerde de söz konusudur…”[30]
8- Sosyal Bilimlerde Modeller Oluşturabilmek
Gülen’in bilim ve sosyal bilim alanındaki görüşlerini tahlil bağlamında, model kavramı üzerinde de durmak gerekir. O, bu çerçevede ilmi modeller oluşturmanın önemi üzerinde durmaktadır.
Her bilim dalı ister tabii, ister beşeri veya sosyal olsun, incelediği konuyu daha iyi anlayabilmek için modeller kullanır. Model, genellikle aralarındaki sistematik bağlantı sonucu bir bütün meydana getiren, çevreden soyutlanmış unsurlar veya kurallar bütünü olarak tarif edilebilir. Modeller, bize tabii ve sosyal çevremizi daha iyi anlamak için önemli ipuçları verirler.[31] Gözlemlediğimiz dünya bütün olarak görülemediği için modeller kurulmuştur. Her model gerçekliğin sınırlı bir yönünü yansıtır. Tek bir model ya da modeller bütünü gerçekliğin yapısını doğru olarak açıklayamaz… Modeller kesin değildir ve sınırlıdır. Fakat onlar, ilmi araştırmada, teori inşa etmede ve bilimin ilerlemesinde en önemli katkılarda bulunan, vazgeçilmez araçlardır.[32]
Gülen’e göre model, düşünce ve ilmi araştırmanın son aşamasında meydana gelir. Ona göre model oluşturabilmek için sistematik düşünce ve planlı eylemler şarttır. Aksi takdirde başarılı modeller kurulamaz: “Düşüncesiz, plansız davranışlar çok defa falso ve karmaşaya sebebiyet verir; hareketsiz fikirler de; düşüncenin nihai budu sayılan model oluşturmayı engeller ve iradenin ruhunu zedeler.”[33]
Gülen’in kendisi de bazı sosyal modeller oluşturmuştur. Mesela onun diyalog anlayışı bir sosyal model olarak değerlendirilebilir.
Gülen’in oluşturduğu diyalog ve hoşgörü modeli, bir modernite sorgulaması değildir. O, bu tür tepkisel ve sorgulayıcı kaygılarla hareket etmemektedir.[34]
9- Sosyal Bilim, Sosyal Hayatla Bütünleşmelidir
Gülen’in bilim anlayışı sosyal hayatla kol koladır. O, bilimin sosyalleşmesi ya da toplumla bütünleşmesi üzerinde de durmaktadır. Ona göre yeni bilim ve hareket; yeni bir hayat felsefesi oluşturacaktır: “Şimdiye kadar her asrın bir kerameti olmuştur… Zannediyorum yirmi birinci asrın kerameti de milletimiz ve ona bağlı milletlerin devletler muvazenesindeki yerlerini almaları şeklinde zuhur edecektir. Dünya tarihinin istikamet ve akışını da değiştirecek olan bu yeni tekevvün, ruh, ahlak, aşk ve fazilet yörüngeli olacaktır. Evet, ilim, ahlak, hak ve adalet mücadelesi de diyebileceğimiz bu manevi cihadımızla, yıllardan beri dünyanın değişik yerlerinde perişan ve derbeder olmuş mübarek milletimizin bütün parçalarını bir araya getirerek, bu güne kadar sahipsiz ve idealsiz kalmış nesillerin, bir mefkûre etrafında ve Livaül Hamd’e erme neşvesiyle yeni bir ba’sül ba’delmevt yaşayacaklarına inanıyoruz.”[35]
10- Özgün Düşünce Sisteminden Beslenen Sosyal Bilim Anlayışı
Gülen, yeni bir hayat felsefesi oluşturacak olan yeni bilimi inşa etmeye çalışırken “özgün” bir düşünce sistemi kurmayı hedeflemektedir. O, bu bağlamda öze inemeyen tercüme geleneğini eleştirmektedir. Hatta o, klasik İslam filozoflarını da yetersiz bulmaktadır: “Aristo düşüncesinde havuzlaşan Yunan felsefe sisteminin mütercimleri sayılan Kindilerin, Farabilerin, İbn-i Rüşdlerin ve bir manada İbni Sinaların düşünce ve felsefi sistemlerini, kökleri semalara dayanan, ezel kadar eski ve her çağı kucaklayacak kadar da yenilerden yeni bizim hikmetler manzumesi düşünce sistemimizden ve hayat felsefemizden ayırmak icap eder.”[36] Ona göre varlık ve olaylara İslami açıdan bakmak gerekir, bunun için de İslami düşüncenin yeniden gerçekleştirilmesi gerekmektedir.[37] O, bu bağlamda yeni bir Rönesans’tan bahsetmektedir.[38]
Gülen, sosyal bilimlerde Batı’nın da körü körüne taklit edilmesini eleştirmektedir. Ona göre olması gereken kendi milli düşünce sistemlerimizi geliştirmektir: “…kimileri İbn-i Rüşd-İmam Gazali Tehafütleri’ne takılıp kalmış, kimileri Fransız İhtilali Kebir’i ve Auguste Comte anaforlarında boğulup gitmiş, kimileri de Durkheim’in hezeyanlarıyla oyalanıp durmuş.. ve hep hareket halinde olunmuş ama… Bütün bu olumsuzlukları aşmayı ve kendi kaynaklarımızdan beslenen bir düşünce sistemi, bir milli felsefe geliştirmeyi ne kadar arzu ederdim!”[39]
Gülen’e göre yeni bir düşünce sistemi geliştirmek için bunun kişisel ve sosyal hayatta da karşılığının olması gerekir. Aksi takdirde sırf ilmi faaliyetlerle böylesi bir tecdit ya da Rönesans gerçekleşmez. Bu yorum bilim ile bilimi üreten bilim insanı arasındaki etkileşimi göstermesi bakımından dikkate değer bir tespittir: “Bana öyle geliyor ki, bu güne kadar yeni bir üslup, yeni bir hayat felsefesi ortaya koyamadığımız gibi bundan sonra da koymamız oldukça zor olacaktır; zira kendi hayatımızın ruh ve mana köklerine sahip çıkmadan, düşüncede yeni bir terkibe, kendimizi ifade etmede taze bir üsluba ulaşmamız mümkün değildir.”[40]
11- Sosyal Bilimlerde Yeni Bir Paradigma
Gülen’in sosyal bilim anlayışı çerçevesinde üzerinde durulması gereken en önemli noktalardan birisi, onun etrafında yeni bir ilmi ve kültürel paradigmanın oluştuğudur. Bu durumu Thomas S. Kuhn’un “paradigma” ve “bilimsel devrim” kavramlarıyla da izah etmek mümkündür.
Paradigma kelime olarak; örnek, model ve kalıp gibi anlamlara gelmektedir. Kuhn’a göre ise paradigma, belli bir bilimsel topluluk tarafından kabul edilen değerler manzumesidir. Bu paradigmalar başka bir bilimsel topluluk tarafından karşı çıkılarak değiştirilir ve böylece bilimsel devrim gerçekleşmiş olur. Onun paradigma anlayışında diyalektik sürtüşme çok önemlidir. Bu olmadan bilimsel devrim yapılamaz.[41]
Bize göre Gülen, bilim ve sosyal bilimler bağlamında yeni bir paradigma oluşturmuştur. Fakat onun bu yaklaşımını diyalektik çatışmayla izah edemeyiz. Çünkü Gülen, Batı pozitif bilim geleneği içinden gelen birisi değildir. O, geleneksel İslami ilim anlayışından gelmekte fakat belli oranda onu da yenilemektedir. Dolayısıyla o, Batı bilim ve sosyal biliminin anti tezi değildir. Fakat ortaya koyduğu yeni bilim anlayışıyla etrafında seçkin bir ilmi topluluk oluşmuştur. Dahası bu topluluk eğitim faaliyetleri çerçevesinde bütün dünyada hızla yayılmaktadır. Yeni yetişen nesiller de bu yeni bilim anlayışına göre yetişmektedir.
Fethullah Gülen, ilmi bilgi ile ahlaki değerleri bir bütün içinde eriten yeni bir eğitim sistemi önermektedir.[42]
Yukarıdaki çerçevede birçok akademisyen tarafından çok sayıda kitap ve makale de yayınlanmıştır. Bir misal olması için, Gülen’in takdim yazdığı iki ciltlik Yeni Bir Bakış Açısıyla İlim ve Din[43] kitabı zikredilebilir. Kitapta Gülen’in görüşleri etrafında oluşan yeni bilim anlayışının temel yaklaşımları yer almaktadır.
Dipnotlar
[1] Ömer Demir, Mustafa Acar, Sosyal Bilimler Sözlüğü, Vadi Yay., Ankara, 1997, s. 205.
[2] İhsan Sezal, Sosyal Bilimlerde Temel Kavramlar, Akçağ Yay., Ankara, 1991, s. 115, 116.
[3] M. Fethullah Gülen, Ruhumuzun Heykelini Dikerken, Nil Yay., İzmir, 2008, s. 1, 2, 6, 12, 25, 110.
[4] Gülen, a.g.e., 31, 123.
[5] M. Fethullah Gülen, Enginliğiyle Bizim Dünyamız, Nil Yayınları, İzmir, 2011, s. 227.
[6] Gülen, a.g.e., 1.
[7] Yeni Bir Bakış Açısıyla İlim ve Din 1, M. F. Gülen, Takdim, Feza Gazetecilik A.Ş. İstanbul, 1998, s. 53.
[8] M. Fethullah Gülen, Ruhumuzun Heykelini Dikerken, Nil Yay., İzmir, 2008, s. 26.
[9] Gülen, a.g.e., 30.
[10] Gülen, a.g.e., 36.
[11] Gülen, a.g.e., 118.
[12] Gülen, a.g.e., 55.
[13] Gülen, a.g.e., 57.
[14] Gülen, a.g.e., 11.
[15] Yeni Bir Bakış Açısıyla İlim ve Din 1, M. F. Gülen “Takdim,” Feza Gazetecilik A.Ş., İstanbul, 1998, s. 15.
[16] M. Fethullah Gülen, Ruhumuzun Heykelini Dikerken, Nil Yay., İzmir, 2008, s. 11, 12.
[17] Gülen, a.g.e., 17.
[18] Gülen, a.g.e., 12.
[19] Gülen, a.g.e., 9.
[20] Gülen, a.g.e., 70.
[21] Gülen, a.g.e., 5.
[22] Gülen, a.g.e., 19.
[23] Gülen, a.g.e., 5.
[24] Gülen, a.g.e., 12.
[25] İhsan Sezal, Sosyal Bilimlerde Temel Kavramlar, Akçağ Yay., Ankara, 1991, s. 47.
[26] Süleyman Hayri Bolay, Felsefi Doktrinler Sözlüğü, Akçağ Yay., Ankara, 1990, s. 46.
[27] Bolay, a.g.e. 47.
[28] Gülen, a.g.e., 13.
[29] Gülen, a.g.e., 14.
[30] Gülen, a.g.e., 116.
[31] Emre Kongar, Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1995, s. 36.
[32] Sezgin Kızılçelik, Yaşar Erjem, Açıklamalı Sosyoloji Terimler Sözlüğü, Atilla Kitabevi, Ankara, 1994, 298, 299.
[33] Gülen, a.g.e., 76.
[34] M. Enes Ergene, Geleneğin Modern Çağa Tanıklığı, Yeni Akademi Yay., İstanbul, 2005, s. 266.
[35] Gülen, a.g.e., 91, 92.
[36] Gülen, a.g.e., 122.
[37] Gülen, a.g.e., 11.
[38] Gülen, a.g.e., 24-26, 30-31.
[39] Gülen, a.g.e., 123.
[40] Gülen, a.g.e., 130.
[41] Thomas S. Kuhn, Bilimsel Devrimlerin Yapısı, Çev., Nilüfer Kuyaş, Alan Yay., İstanbul, 2003, s. 11, 21.
[42] Helen Rose Ebaugh, Gülen Hareketi, Çev. Ömer Baldık, Doğan Kitap, İstanbul, 2010, s. 63.
[43] İrfan Yılmaz, İ. Hakkı İhsanoğlu, Selim Aydın, Fuat Bozer, Nevzat Bayhan, İhsan İnal, Yeni Bir Bakış Açısıyla İlim ve Din, Feza Gazetecilik A.Ş. İstanbul, 1998.