Yükü Kitaptır Onun 

İlhan Bey, edebiyat öğretmeniydi. Her hafta bir başarı hikâyesi okurdu talebelerine. Bir şeyler öğrenmelerini sağlayacak ne okuyabilirim haftaya diye düşündü. Mustafa Güzelgöz’ün hikâyesi geldi aklına. Oldukça enteresan bir hikâyesi vardı, çocuklar da beğenir bunu dedi ve bir sunum hazırladı, bilgisayarı kapattı, okulunun yolunu tuttu.
9 A sınıfına idi haftanın ilk edebiyat dersi.
— Günaydın arkadaşlar…
— Sağ ol…
— Siz de sağ olun istikbalin öğretmenleri, doktorları, valileri, devlet adamları…
Hocam bu teşvik, bizi bir hafta idare eder artık dedi Hüseyin. Hep birlikte güldüler…
Ali’ye seslendi sonra:
— Gel aslanım, aç bakalım şu akıllı tahtayı.
Ali tahtayla ilgilenedursun, o başkana döndü ve gelmeyen var mı yiğidim, dedi.
— Var hocam, birkaç kişi… Hemen söyleyeyim mi numaralarını, bekleyecek miyiz?
Bekleyelim evlâdım, biraz bekleyelim. İlk ders bu, hemen yok yazmayalım arkadaşları.
Bu arada Ali tahtayı açmıştı.
—  Hocam hangi klasörü açayım?
—  “Eşekli Kütüphaneci” adlı klasörü aç…
Klasörde bir slayt, birkaç da fotoğraf vardı.

— Hocam hem slaytı, hem fotoğrafları açayım mı?
— Fotoğrafları aç.
Fotoğraflar siyah-beyazdı. Bir eşek vardı fotoğraflarda, yükü sandıklar olan bir eşek… Sandıkların üzerinde de zor okunan birkaç kelime: Gezici Kütüphane Servisi, Kitap İare (Ödünç) Sandığı.
Fotoğraf ve yazılar ilgisini çekti çocukların, merakla beklemeye başladılar.
— Evet arkadaşlar, yanlış okumuyorsunuz: Gezici Kütüphane Servisi. Bu gördüğünüz Türkiye’nin ilk gezici kütüphane servisini kuran kişi Mustafa Güzelgöz ve onun kütüphanesi. Bugün size onun hikâyesini anlatacağım.

Yıl 1943… Mustafa Güzelgöz, 23 yaşındadır, Ürgüp Tahsin Ağa Kütüphanesi’ne atanmıştır. Aslında kütüphanecilik hakkında eğitimi ve bilgisi yoktur. Bir broşürden faydalanarak modern bir kütüphane oluşturmaya çalışır Güzelgöz. Kitap toplama kampanyaları yapar önce. Başka şehirlerde yaşayan Ürgüplü tanıdıklarına mektuplar yazar, kitap tedarik edip göndermelerini ister onlardan. Kısa bir süre sonra, kitap paketleri sıralanmaya başlar kütüphanenin önünde. Heyecanla başlar vazifesine Güzelgöz. Ne var ki, işler ümit ettiği gibi gitmez. Çünkü kütüphaneye gelen yoktur. Ama pes etmez, insanlar kütüphaneye gelmiyorsa, biz onlara gidelim, diye düşünür.

İki sandık yaptırır önce. Sandıklara “Kitap İare (Ödünç) Sandığı” yazdırır. İki sandığa 200 kadar kitap koyar, yükler sandıkları bir merkebe ve başlar köy köy gezmeye. Kütüphaneye de bir yazı asar: Sadece pazartesi ve cumartesi günleri açılacaktır. Diğer günlerde kitapları halkın ayağına götürür. İşte bu gördüğünüz fotoğraf, o yolculukların birinde çekilmiş. Zamanla alışır köylüler kitap okumaya, yolunu gözlemeye başlar Güzelgöz ve eşeğinin.
“Peki Hocam,” dedi Mehmet, “köylüler okuyor muymuş kitapları, bir işlerine yaramış mı bari adamcağızın yaptıkları?”
— Yaramaz olur mu yavrum? Okumaktan zarar görür mü insan hiç?
— Örnek verir misiniz?
— Tabii yavrum. Kız kaçırmak isteyen bir genç varmış meselâ… Gezici kütüphanede Türk Ceza Kanunu’nu görür. Kız kaçırmanın cezası ne kadardır, merak eder. Alır kanunu, okur. Bir de bakar ki, yedi yıldan başlıyor kız kaçırmanın cezası o yıllarda. İdama kadar da gidebiliyor. Bunu görünce vazgeçmiş kızı kaçırmaktan. Teşekkür edip hayatımı kurtardın, demiş Güzelgöz’e.
Yıllarca beş eşek ve iki katırla Ürgüp’ün, Kayseri’nin köylerini dolaşır gezici kütüphane servisi. Belki de sadece Türkiye’de değil, dünyadaki ilk gezici kütüphanedir bu. Amerikan Büyükelçisi’nin Ürgüp’e yaptığı bir seyahatte kendisini Büyükelçiyle tanıştırırlar, yaptıklarını anlatır ona. Büyükelçi ondaki bu samimiyeti, çalışma aşk ve şevkini görünce bir arazi taşıtı hediye eder ona. Böylece gezici kütüphanede eşeklerin yerini bu arazi taşıyı almaya başlar.
“İnsanları kütüphaneye çekmeyi başarabilmiş mi?” diye sordu Fatma.
— Başarmış, başarmış…
— Nasıl?
— Yurt dışında yaşayan hemşerilerinden para toplayıp bir radyo almış kütüphaneye. O zaman her yerde radyo yok, zor bulunan bir şey. Erkekler radyo dinlemek için kütüphaneye gelmeye başlamış. Gelenlerin bazıları, bir müddet sonra okumaya da başlamış tabii.
— Kadınlar gelmemiş mi hocam hiç?
— Onun da yolunu bulmuş. Ama ben söylemeyeyim, siz bulun. Siz olsanız kadınları kütüphaneye çekebilmek için ne yapardınız, bir kafa yorun bakayım.
— Aşçılık kursu açardım hocam…
— Çocuk bakımı kursu açardım…
— Hasta bakım kursu açardım…
— Kadınlara önce okumayı öğretmek lazım hocam, ben önce okuma yazma kursu açardım.
— Dikiş nakış kursu açardım hocam…
— Aklın yolu bir çocuklar. Güzelgöz de aynen öyle yapmış… Dikiş-nakış kursu düzenlemeyi düşünmüş. Düşünmüş; ancak ne dikiş makinesi vardır ortalıkta ne de dikiş makinesi alacak para. Dönemin meşhur dikiş makinesi üreticilerine mektup yazar. Onlardan dikiş makinesi ister. Kütüphanenin kapısına kendilerinin isimlerini yazacağını, reklâmlarını yapacağını belirtir mektubunda. O yıllarda ülkemizde örneği bile olmayan sponsorluk anlaşmasını hayata geçirir Güzelgöz. Salı günleri kadınlar günüdür artık kütüphanede. Kumaşını alan koşar kütüphaneye. Kadın çok, makine sınırlı olunca bazıları sıra bekler kadınların. O da sıra bekleyen kadınların ilgisini çekecek; dikiş, nakış, moda, yemek yapımı ve çocuk bakımı konulu kitaplar koyar ortaya. Yetinmez bununla… Okuma yazma kursları, halıcılık kursları da açar.
“Hocam bu adam madalyayı hak ediyor” dedi Mehmet.
— Evet yavrum dedi ona. Hak ediyor… Hak ediyor ve alıyor. Madalya da alıyor.
1963’te Amerika’da dünya çapında bir yarışma açılır: Halkına Hizmet Götüren Gönüllüler Yarışması… Ankara’da, Türkiye’den bu yarışmaya kimin katılabileceğinin konuşulduğu bir toplantıda Ürgüplü bir hemşerisi de vardır. Kendisinden bahseder, neticede Türkiye’yi Güzelgöz’ün temsil etmesine karar verilir. Amerika’dan üç kişi gelir, bilgiler toplar, fotoğraflar çeker gider. Üç ülke finale kalmıştır: Türkiye, İtalya, İspanya. Üyeler, köprü altı çocuklarına hizmet götüren çalışmayla Güzelgöz arasında karar vermekte zorlanır. Ancak jüri başkanı, öncelikle çocukların köprü altına düşmelerinin önlenmesi gerektiğini, Güzelgöz’ün çalışmasının bu açıdan daha mühim olduğunu ifade eder jüri üyelerine. Her ülke aynı sayıda oy almıştır; ancak başkanın oyunu alan Türkiye, başkanın oyu iki oy sayıldığından birinci seçilir ve Mustafa Güzelgöz, “İnsanlığa Gönüllü Hizmet Takdirnamesi”ni alır.
— Sonra ne olmuş hocam?
— Ne mi olmuş? Kütüphanedeki asıl vazifesini aksattığı gerekçesiyle şikâyet etmişler Güzelgöz’ü. Müfettişler gelir Ankara’dan, teftiş neticesinde cezalandırılmasına karar verilir, büyük bir suçu vardır: Kendi görev tanımı dışında davranmak. Üç maaş tutarında ceza ödemesi gerekir. Valiye gider kendisine destek olması için. Ancak umduğu desteği bulamaz. Emekli olmasının kendi lehine olduğunu söyler vali ve 50 yaşında emekli olur.
“Bu kötü bir son hocam, bu hikâyeden hiçbir şey yapmamak gerekir, bir şeyler yapanların başına iş açılır dersi çıkardım ben,” dedi Mehmet.
“Haklısın, o ders çıkarılabilir; ama bir kişi isterse çevresini geliştirebilir; çok kimsenin hayatını değiştirebilir dersi de çıkarılır,” dedi Fatma.

Evet, sonuçta verilen hizmet, çekilen çilelere değer.

Bu yazıyı paylaş