“O” ve Ses

Kalabalık bir toplantıda, iki kişinin konuşurken kullandığı birkaç Türkçe kelime hemen dikkatimi çekti. Herkesin İngilizce konuştuğu gürültülü ortamda tanıdık kelimeler nasıl kulağıma ulaşmış ve gayr-i ihtiyari ilgimi çekmişti? Aklıma Bediüzzaman hazretlerinin yazdığı “Hüve Nüktesi” geldi: Üstad Hazretleri, Lâ ilâhe illâ hu ve Kul-huvellahu’daki “Hüve” (Hu) lafzının telaffuzuyla hava sayfasında hayalî, fikrî bir seyahat yapıyor.1 Bilindiği üzere Hüve zamiri Arapçada‘O’ demek olup yukarıdaki âyet ve ezkârda Cenâb-ı Hakk’ı ifade ediyor. Hüve’nin anahtar olmasıyla yapılan bu seyahatte havanın zerrelerinin Hüve sesini karıştırmayarak, intizamını bozmadan, şaşırmadan, hiç zaaf göstermeden adeta küçücük lisan ve diller gibi birbirlerine söyleyerek mükemmel bir şekilde naklettiklerini ifade eder. Bu seyahat esnasında Hüve’nin lafzında, havasında, bu sesin naklinde bir tevhid delili olduğunu vurgulayarak, Hüve lafzını Kur’an’ın, ehl-i zikrin niçin bu kadar çok tekrar ettiklerini ilme’l-yakîn anladığını ifade eder.

Hüve Nüktesi’nde seslerin havada yayılması anlatılırken, öncelikle eğer bu olay tabiata, tesadüfe, sebeplere havale edilirse, hafif bir nefesle oluşan Hüve kelimesinin nakledilmesi için bile havanın basit bir atomunda bütün dünyadaki iletişim imkânları, radyo, telefon, internet vs. gibi sistemleri bilen, her dili anlayan adeta bir ilâh gibi kabiliyet, ilim ve kudret olduğunu farz etmek gerektiği dile getiriliyor. Ancak havanın atomlarının Cenab-ı Hakk’ın emrindeki askerler gibi olduğunu düşünürsek, o zaman O’nun izni, kuvveti ve O’na dayanması ile bir anda şimşek süratinde Hüve’nin telaffuzu, havanın bu sesi nakletmesinin kolaylıkla gerçekleşebileceği ifade ediliyor.

This content is restricted. Please subscribe or log in to access full content.

Tüm içeriği görmek için lütfen giriş yapınız ya da abone olunuz.

Abone Ol

Bu yazıyı paylaş