Hz. İsa, arkadaşlarına şöyle seslendi: “Gidin, bütün milletleri talebem olarak yetiştirin…” (Matta 28:19)
Bu sözler, sadece bir inanç çağrısı değil, aynı zamanda ilahi sevginin, vicdanî mesuliyetin yeryüzüne yayılması misyonudur. Havariler, bu çağrıya uyarak dünyanın dört bir yanına dağıldılar; Antakya, Efes, Roma, İskenderiye, hatta Hindistan ve Habeşistan’a kadar ulaştılar. Onlar gittikleri her yerde sahip olduklarını başkalarıyla paylaştı, gönül birliğini her şeyin önüne koydular. Maddî ve manevî imkânlarını kendi ihtiyaçlarından önce kardeşlerinin yararına kullandılar. Bu davranışlar, insanlık tarihinde iz bırakan bir ahlâkî dayanışma idi, yaşadıkları toplumlarda adaletin, cömertliğin ve karşılıksız sevginin temsilcisi oldular.
Tarih kitaplarında ve İncil’de okuduğum havari ruhu ile son yıllarda ben de karşılaştığımı ifade edebilirim, kim mi bunlar, gelin birlikte bakalım…
Vatan sadece bir toprak parçası değil, bir misyonun, idealin, inancın yerleştiği yerdir. Hizmet insanı için, nereye gidilirse gidilsin; inandıklarını yaşama, değerleri taşıma, iyiliği çoğaltma gayesi varsa, orası yepyeni bir vatandır. Gerçek anlamda vatan, insanın ruhunu beslediği, değerlerini yaşadığı, uğruna fedakârlıkta bulunduğu yerdir.
Bir coğrafyayı “vatan” yapan şey, orada hüküm süren adalet, merhamet ve mânâ iklimidir. Bu yüzden bazen insan, doğduğu yerden çok, kendini her açıdan hür hissettiği diyara ait hisseder kendisini.
İmanı yurt edinmek; onu sadece bir inanç değil, bir hayat biçimi, gönül mekânı, istikamet pusulası hâline getirmektir. İmanın kalbe yerleşmesi yetmez; hayatı kuşatması, davranışlara yön vermesi gerekir. Tüm dünyaya yayılan bu insanlar sadece bir şehri değil, ümitlerini de kucakladılar ve yurt bildiler. Böylece gidilen beldeler sadece barınak değil, ümitlerin yeşerdiği, değerlerin yaşandığı yerler oldu.
Bana göre bu yüzyılın havarilerinin gittiği yerlerde hizmet vatanları olmuş, çünkü hizmet insanı için vatan, doğduğu yer değil; mesuliyet hissettiği yerdir. Nerede bir gönül onarılacaksa, nerede bir çocuk eğitilecek, bir hasta tedavi edilecek, bir acı dindirilecekse; orası yepyeni bir vatandır. Hizmet, kişiyi sınırların ötesine taşır; haritaları aşar, değer merkezli bir aidiyet inşa eder.
Hep iyilikleri yurt edinmiş bir yürek, nereye giderse gitsin, yanında ışık taşır. Hizmet, bu ışığın insanlara ulaştırılma çabasıdır. Bu nedenle gurbette olanlar, garip değil; vazifelidir. Gönül dünyası engin olanlar için coğrafyalar değişse de misyon değişmez. Zira onların vatanı, inandıkları değerlerin yaşandığı ve yaşatıldığı her yerdir. Bugün dünyanın dört bir yanında, farklı kültürler ve diller içinde kendine hizmeti vatan edinmiş insanlar, havarilerin günümüzdeki temsilcileridir. Çünkü onlar bilirler ki:
“Toprak değil, dava belirler vatanı, inanç ve özgürlükle kurulan yurtlar, haritaya değil, kalplere çizilir.”
Atinalı devlet adamı Perikles[1] cesurluğu şu şekilde tarif eder;
“Cesur bir adam için tüm dünya onun vatanıdır.”
Cesur insanlar sadece kendi şehirleri ya da ülkeleriyle sınırlanamaz; cesaretleri, erdemleri ve fedakarlıkları sayesinde evrensel kimlik kazanırlar, onlar tüm dünyanın vatandaşı sayılırlar. Gidilen yerlerde olması gereken zamanı ve mekânı doğru okuyarak o beldenin problemlerine çözüm bulabilmedir, bulurken de yerellerle birlikte hareket etme karşılıklı tecrübe paylaşımı yapabilmektir. Yerellerin kültürel ve dinî hassasiyetleri gözetilerek yapılacak iyileştirme ve diyalog en selametli yol olsa gerek. Aslında tüm semavi dinlerin dediği de aynı şey değil mi…
Hemen her zaman farklı platformlarda dile getirmeye çalıştığım farazi bir düşüncemle makalemi bitirmek istiyorum…
“Şayet günümüzde Hz. Musa, Hz. İsa, Hz. Muhammed birlikte bulunsa idi, günümüzün cehalet, iftirak ve fakirlik[2]problemlerine el ele çözümler üreteceklerdi. Çünkü peygamberliğin ana misyonu budur.
Hepimiz Adem’in, Nuh’un çocukları ve peygamberlerin takipçileriyiz, el ele olmaya var mısınız, bizler Yunanistan da el ele verdik bile…”
Dipnotlar
[1] Perikles (MÖ 495 – 429), Antik Atina’nın en etkili devlet adamlarından biri olup “Atina’nın Altın Çağı” olarak bilinen döneme damgasını vurmuştur. Stratejik öngörüsü, demokrasiye katkıları ve özellikle Parthenon’un inşası gibi büyük kamu projeleriyle tanınır.
[2] Bediüzzaman Said Nursî, “Bediüzzaman’a göre bugün olduğu gibi o gün de bütün fenalıkların membaı cehalet, fakr-u zarûret ve iftiraktı… millî sefaletlerimizin en önemli sâiki cehalettir… fakr-u zarûret… iftirak.” (Tarihçe‑i Hayat, Şahdamar Yayınları, İstanbul 2007).