Rahmet-i Rahman, bazı insanlara vefat etmiş olsalar bile hâlâ fikirleri, idealleri ile toplum içinde yaşamayı bahşeder. Bu öyle bir nimettir ki tarih denilen amansız ırmakta her şey bir süre sonra balçık olarak dibi boylayıp giderken onlar birer granit kaya gibi dimdik durur. Ne akıntının yıpratan inadı ne suyun tüketen gücü ne de zamanın amansız kuvveti…
Cenâb-ı Hakk bazı insanlara yıldızlar gibi olmayı nasip etmiştir. Kapkaranlık gece örtüsüne inat, parıldayan binlerce inci… Binlerce ışık yılı öteden göz kırpan hayaller… Onların bazıları belki bugün çoktan sönmüştür; ancak ışınları, upuzun yollardan gelerek binlerce yıl daha gökyüzümüzü ışıldatmaya devam edecektir. Vefatlarından sonra da ışıldamaya devam eden talihli insanlar gibi. Kapanmayan hayır defterleri, tükenmeyen sevap pınarları, bitmeyen sadaka-i cariye…
Türlü iftiralar altında hayatını kaybeden fikir adamları, fakirlik içinde sessizce ölen yazarlar-şairler, hayatı boyunca bir tek resim satamayan ressamlar… Bazıları ise ölümlerinin ardından bambaşka bir şekilde kazınırlar insanlığın hafızasına, toprağın bağrına düşen “yediveren başaklar” (Bakara, 2/261) gibi…
Bir suikast sonrası fikirleri daha geniş kitlelerce benimsenmiş Malcolm X… Hastane odasında son nefesini verince cenazesi tanınmadığı ve sahipsiz olduğu için kadavra olarak kullanılan Ömer Seyfettin aklımıza gelir. Mevlana’dan Yunus’a, İmam Gazzali’den İmam Rabbani’ye yüzlerce âlim, zahit hayatları boyunca olmadık iftiralar, yaftalarla mücadele içinde hayatlarını tamamlamıştır. Vefatlarından sonra ise anlaşılmış ve dünyaca tanınmışlardır.
Hatta Yunusların “yolunun kaderi” hayatları her fani gibi nihayete erse de bir ırmağın kenarında Molla Kasım’ların hâlâ peşlerini bırakmamasıdır. Her bir Yunus’un peşinde binler Molla Kasım, her Yunus’a koskoca dünyayı “balığın karnı gibi” dar eyleme derdinde…
Sakındığınla Sınanmak
İnsan neden sakınırsa onunla sınanırmış ya, İngilizler İstanbul’u işgal ettiğinde onlar hakkında Hutuvât-ı Sitte eserini yazıp talebeleri vasıtasıyla ücretsiz dağıttıran, İngiliz mandasını savunan din ve devlet adamlarına karşı hür bir ülkenin kıymetini anlatan, İstanbul’da kalıp ön saflarda mücadele etmeyi göze alan Bediüzzaman’dır. O Bediüzzaman’a “İngiliz ajanı” çamuru atılmaya çalışılır. Ortada ne bir belge ne bir delil…
Dünya “gölgeliğini” terk etmesinin ardından bile kabrinde rahat bırakılmayıp naaşı, defnedildiği Şanlıurfa’dan alınarak uçakla Afyon’a oradan da Isparta’da yüksek bir dağın tepesine götürülüp yeniden gömülen[1] asrın dertlisi: “Benim dilim ölümle susturulsa, pek çok kuvvetli diller benim dilime bedel konuşacaklar, o hizmeti idame ederler. Hatta diyebilirim: ‘Nasıl ki bir tane tohum toprak altına girip ölmesiyle bir sümbül hayatını netice verir; bir taneye bedel yüz tane vazife başına geçer. Öyle de mevtim, hayatımdan fazla o hizmete vasıta olur ümidini besliyorum.”[2] diyor. Bugün mezarına, bir taş konulamasa da gönüllerdeki yeri taşlardan sağlam, kabri bilinemese de kadri bilinenlerdendir o. Onun kaleme aldığı her eser, onunla hidayete ermiş her kalp, onun için edilmiş her dua bir mezar taşıdır artık.
Fani ömrünü insanlığın barışına, diyalog ve eğitim çalışmalarına adamış olan Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, terörizmin karşısında dimdik durmasına, “Müslüman terörist olamaz, terörist de Müslüman değildir.”[3] diyerek şiddetin her türlüsüne karşı gelirken hiçbir zaman ilgisi olmamasına rağmen tam da hep sakındığı şeyle, “terörist” iftirasıyla ömrünün son yıllarını tamamladı.
Tarih, Hocaefendi’yi, inandığı değerler uğruna zalim rejimlere biat etmediği için zulüm gören binlerce İslam âlimi arasına kaydedecektir.
“İslam ülkesi” etiketli memleketleri yöneten, dindar kılıklı idareciler zamanında İslam âlimlerinin en büyük zulmü görmeleri asla ve asla tesadüf değildir.
Ebu Hanife’yi zindanlarda yıllarca süründüren, Ahmed bin Hanbel’in ömrünü mahpus damlarında çürüten, İmam Malik’i mücrim gibi kırbaçlatan, İbn Sina’nın kütüphanesini yaktıran, Bediüzzaman’a memleket hapishanelerinin neredeyse yarısını tattıran hep aynı zalim, sistemleşmiş kötülüktür.
Emanetin Ağırlığı
Hocaefendi ve Hizmet Hareketi hakkında modern dünyada pek çok bilimsel çalışmalar yapıldı/yapılıyor ve inanıyoruz ki bundan sonra daha da fazla yapılacak. Kendi ülkesinde ise bu ifritten günlerde ne o ne de onu sevenler vefanın zerresini görüyor. Bir despotik zorbalık, bütün aparatlarıyla ve sistemli bir yalan sağanağı ile onu ve Hizmet gönüllülerini ülkedeki bütün kötülüklerin müsebbibi gösteriyor. İftiraların ardı arkası kesilmiyor.
Rivayete göre Sultan Selim, Şam’da Muhiddin İbn Arabi’nin kabrini ararken “Şeyhü’l ekber’in mezarı neresi?” diye sordurduğunda, bazı densizlerin “Şeyhü’l ekfer (haşa büyük kafirin) mi mezarı?” diye cevap vermelerine[4] karşı sultanın mütevazı sükûtu gibi çekiliyor sineye her şey.
Sabır, bir pasiflik değil, Yavuz’un Muhiddin İbn Arabi’ye iade-i itibar verip Osmanlı kültür dünyasının en nadide köşelerinden birine oturtması, türbesini- camisini yeniden ihya etmesi gibi; Hizmet gönüllüleri de Hocaefendi’nin çizdiği ideal insan seviyesini hâl diliyle yaşatma, fikirlerine ve Hizmet emanetine sahip çıkarak gelecek kuşaklara aktarma gayreti gösteriyor. Zamanın solduramadığı seslerin, bugün susturulmak istense de yarın mutlaka yankı bulacağına olan ümit dipdiri yaşatılıyor.
Kaderdir; ormanın en büyük ağacı, en çok rüzgâr göğüsleyen, en çok yıldırım çekendir. Şimdi ise koca ağaçtan sonra ormanın geri kalan sakinlerine, onun köklerine çok daha sağlam dayanıp, birbirini dallarıyla daha sıkı tutup aynı fırtınaları göğüslemek düşüyor, “Dövene elsiz, sövene dilsiz.. ve gönülsüz!” ki bir “yırtığı ancak öyle yamamak”[5] için.
Kendisi hayatı boyunca bu finali bekliyormuş gibi anlatır mazlum tabloları, zulüm altında inim inim inleyen insanları, kafir iftirası yiyen âlimleri ve azgın zalimlerin çoğu ibretlik sonlarını. “Hak yolunda olup da zulümle sınanmayan bir hareket mi var. … “Hizmet yapıyorum” deyip de sağda solda keyif çatan insanlar, başlarına bunlar gelmiyorsa, kendi hallerine ağlamalıdırlar. ‘Belanın en çetin, en zor ve altından kalkılmaz olanına enbiya maruz kalır. Ondan sonra da seviyesine göre diğer mü’minler!.’ deniyor hadis-i şerifte.”[6] derken son on yılı özetler.
Elhamdülillah
Babanzade Ahmet Naim ki Buhari tercümesi ile hadis usulü hakkında çalışmalara öncülük etmiş çok kıymetli bir müderris ve fikir adamı ve Mehmed Âkif’in “ashaptan sonra en sevdiği kişi”dir. Cenazesine birkaç kişi gelir. Bu konu hakkında Hocaefendi, Yaşar Tunagür’ün kendisine “Allah bu günahkâr millete nasip eder mi ki Ahmet Naim’in namazını kılsınlar.”dediğini aktarır. [7]
Aynı şekilde biz de tekrar edelim: Fethullah Gülen gibi bir Hak dostu söz konusu olduğunda; Allah, iki yüzlü yığınlara nasip eder miydi ki Muhterem Hocaefendi ardından taziye dileyebilsinler, iki düzgün kelam edebilsinler veya hiç olmazsa sükût etsinler. Buna da dense dense “Elhamdülillah” denir kanaatindeyiz.
Riyakâr ağızlara rahmet dilemeyi bile nasip etmeyen Rabb’e hamdolsun. Bir âlimin ardından âlem ölürken sahtekarların takiyeden iki kelam etmelerine bile müsaade etmeyen Hakk’a şükürler olsun. Elfü elfi elhamdülillah…
Dipnotlar
[1] https://www.yeniasya.com.tr/lahika/bediuzzaman-in-defninde-gorev-alan-asker-yasadiklarini-anlatti_326923, erişim tarihi: 29 Ağustos 2025.
[2] Said Nursi, Bediüzzaman. Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup, “Dördüncü Desise-i Şeytaniye”, s. 622, Süreyya Yay., Şubat 2019.
[3] https://fgulen.com/tr/basindan-tr/dizi-yazilar-dosyalar/ozel-dosyalar/fethullah-gulen-ve-teror, erişim tarihi: 29 Ağustos 2025.
[4] Ceylan, İbrahim. “Yavuz Sultan Selim’in Şam’da Yaptırdığı İlk Osmanlı Vakfı ve Vakfiyesi”, NEÜİFD, 2/2 (Mart 1986).
[5] Gülen, M. Fethullah. “Türkiye Perspektifinden İçtimâî Ruh”, Bamteli, 8 Ocak 2017.
[6] Gülen. “Demek ki Doğru Yoldasınız!”, Bamteli, 14 Aralık 2014.
[7] https://fgulen.com/tr/ses-ve-video-tr/bamteli-cozumleri/Fethullah-Gulen-Cenazesinde-Yalan-Yere-Sehadet-Edilenler, erişim tarihi: 29 Ağustos 2025.