“Oku!” emriyle başlayan ilahî davete Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) ilk eşi ve kendisine ilk inanan Hazreti Hatice’nin (radıyallâhu anha) icabetiyle kadınların varlığının ve konumunun ne denli köklü bir değişim geçirdiği fark edilebilir. Birçok şeye yenilik getirmiş olan İslam, kadınların da toplumda nasıl bir statüye sahip olduğunu gösterir ve onlar da mevcut oldukları kültürel ve içtimaî alanlarda daha fazla katkı sağlamaya başlarlar. Bu semavî dinin gelmesiyle, Cahiliye Devrinde diri diri toprağa gömülen kız çocukları istikbalde birer anne olur ve Cennet onların ayaklarına serilir.
Kur’ân-ı Kerim’de ilimden bahseden veya ilme teşvik eden 750 âyet, hem kadına hem erkeğe indirilmiştir. Aslında mizaç bakımından farklı olsalar da irade sahibi oldukları için sorumluluk bakımından erkekle kadın arasında fark yoktur. Ayrıca Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) de kadını ve erkeğiyle bütün insanlığa gönderilmiş bir peygamberdir. Yani bu Mukaddes Kitabı ve Peygamberiyle İslam’ın gayesi; cinsiyet ayrımı olmadan cahilliği yok etmek, Yaradan’a kul olmayı bilmek ve neticesinde insanları iki dünya saadetine kavuşturmaktır.[1]
Huzur ve mutluluk serüveni ailede başlar. Kadının, çocukları yetiştirmede erkeğe göre tesirinin daha yüksek olduğunu düşünürsek, kadın eğitimini ihmal eden toplumların çok daha geri kalacağı gerçeği karşımıza çıkmaktadır. Öyleyse kadınlarını iyi eğiten toplumların kalkınması, yeterince eğitmeyenlere göre çok daha hızlı olacaktır.[2] Bediüzzaman, “Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zâtlardan ders aldığım hâlde, kasem ediyorum ki; en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi merhum vâlidemden aldığım telkinât ve mânevî dersler dir ki; o dersler fıtratımda, âdetâ maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sâir derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini, aynen görüyorum. Demek bir yaşımdaki fıtratıma ve rûhuma, merhum vâlidemin ders ve telkinâtını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek -i esâsiye müşâhede ediyorum.”[3] diyerek annesinin eğitimindeki rolünden bahseder.
Asr-ı Saadet’te kadınlar eğitim faaliyetlerinin içerisinde yer alır ve Efendimiz sadece erkekleri değil, kadınları da ilme teşvik ederdi. İlme olan istidadıyla bilinen Âişe validemizin (radıyallâhu anha) yanında Hazreti Hafsa (radıyallâhu anha) da yer alırdı. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), Hafsa annemize okuma yazma öğrenmesi için Eş-Şifâ bint Abdillah el-‘Adeviyye’den ders aldırtmıştır. Asıl ismi Leyla iken hastaları tedavi bilgisi ve hizmetleri olduğundan “Şifâ” diye tanınır. Döneminde okuma yazma bilen kadınların sayısı az olduğundan kadınlara yönelik eğitim faaliyetleri yürütmüştür.[4] Hazreti Hafsa dışında daha birçok sahabî hanıma okuma yazma öğretir. Şifâ’nın vesilesiyle Hafsa annemiz İslam’da ilk yazı öğretmeni unvanına nâil olur.
Hadis rivayetlerinde bulunan başta Hazreti Âişe (radıyallâhu anha) olmak üzere 122 hanım sahabî mevcuttur. Kadın sahabîler dışında Kütüb-i Sitte’de rivayeti bulunan kadınların sayısı 103’tür. Hatta daha sonraki asırlarda da kadınların ilim meclislerinde muallimelik yaptığı anlaşılmaktadır. İbn ‘Asâkir, Târîhu Dımaşk adlı eserinde, ders aldığı 1300 civarında hocanın arasında bir kısmı da muhaddis olan yaklaşık 80 kadın hocanın da isimlerini vermektedir.[5]
İlerleyen dönemlerde kadınların bu faaliyetleri sekteye uğramaya başlar. Bu durumun dinin hükümleriyle alâkası olmadığı açıktır. Eski Türk geleneğinde de kadın, erkeğin yanındaki güç kaynağı olarak bilinir. Göçebelikten yerleşik hayata geçilince erkekle kadın arasında iş bölümü yapılması gerekir ve kadının hayatı, daha çok evde yemek, bulaşık ve çamaşır etrafında dönmeye başlar.[6] Kız çocuklarının eğitimi, sıbyan mektebinden sonra tamamen ailelerin sorumluluğuna bırakılır. Kırsal kesimdeki aileler hem yaşadıkları muhit hem de ekonomik durumlarından dolayı kızlarının eğitimine ihtimam gösteremezler. Şehirlerde, özellikle İstanbul’da, maddî durumu iyi olan ticaret erbabının, ilmiye mensuplarının ve bürokratların kız çocuklarının özel eğitim alma imkânları bulunur.[7]
İşte bu bahtiyarlardan biri de V. Murat döneminde Saray’ın kahvecibaşısı olan İbrahim Efendi’nin kızı Makbule Leman’dır. Sadece aldığı özel derslerle yetinmez, aynı zamanda üstün gayretleri ile de kendisini yetiştirir. Makbule Leman, kendi eğitimi gibi kız çocuklarının eğitimiyle de ilgilenir ve evlendikten sonra evinin selamlık kısmını bir nevi mektep hâline getirip kız öğrencilerine Kavâid-i Osmaniye (Ahmet Cevdet Paşa’nın kaleme aldığı ilk Türkçe dil bilgisi kitabı) ve Farsça dersleri verir.[8] Yazmaya olan merakı da ilerler ve mecmualara çalışmalarını göndermeye başlar. “Hazan” başlıklı şiiri, Tercümân-ı Hakîkat’te basılır. Asıl edebiyat faaliyetlerini Fatma Aliye’nin de içinde olduğu Hanımlara Mahsus Gazete’de gösterir. Çocukluğunda başlayan, sonraları daha da ilerleyen hastalıklarına rağmen ilimden kendini alıkoymayan Makbule Leman, 34 yıllık ömrüne şiirlerinin yanı sıra denemeler ve hikâyeler de sığdırır. Sağlığında 12 şiiri yayımlanır. Bu kısacık ömründe “Şefkat” nişanı ile taltif edilir.[9] Vefatından sonra da eşi Mehmet Fuat, tür ayrımına bakmaksızın yazılarını ve şiirlerini Mâkes-i Hayal (Hayalin Yansıması, 1896) adıyla bir araya getirmiş ve Makbule Leman hakkında yazılanlarla birlikte neşretmiştir. Şiirlerinin arasında en tanınan ve sevilen Kadınlık adlı şiiri olmuştur:
Kadınlık, ruh-ı mânâ-yı fazilet
Kadınlardan gelir efkâra vüs’at;
Nezaketler içinde bir metânet,
Nümayandır kadınlarda hakikat.
İki hemşiredir “iffet” ile “zen”
Vefâdârî, nezahet, hüsn-i ahlak
Cihanda hep bu ehsâs-ı lâtife
Emanettir bu mahlûk-ı zayıfa.[10]
Şiirde kadının değerinden ve faziletinden bahseder. Kadının aile içindeki temel değerleri korumasıyla metanet ve nezaketi özdeşleştirir. Ayrıca kadının vücut zayıflığı ile kadınlık kıymetlerini koruma kuvveti olan iki tezat durumu birleştirir.[11]
Makbule Leman önceleri “Leman” mahlasını kullanmıştır. Eserleri o kadar beğenilmiştir ki bu kadın imzasının gerçek sahibinin erkek olduğu düşünülmüş, hatta Muallim Naci’nin takma isimlerinden biri olduğu sanılmıştır.[12]
Kadınlar ilim tahsil etmenin yanı sıra eser yayımlarken de zorluk çekmişlerdir. O zamanki anlayışa göre, kadınların entelektüel anlamda erkeklerden üstün olması neredeyse imkânsızdır! Yayınevleri eleştiri ve sorunlarla uğraşmak istemezler. Bu sebeple kadın yazarlar, eserlerini ya erkek ismi ya da bir mahlasla yayımlarlar. Bunlardan birisi de Fatma Aliye Hanım’dır. Çeviri olan Meram adlı romanını “Bir Edibe” imzasıyla neşreder. Bu durum sadece Osmanlı’da değil Batıda da mevcuttur. Fransız gazeteci Hortense Marie Héliard (1864–1958) yayın dünyasında okunabilmek için Marc Hélys erkek takma adını kullanır.[13] Hatta üzerinden asırlar geçmesine rağmen aynı endişeler günümüze kadar da devam etmiştir. Harry Potter serisinin yazarı J.K. Rowling’in kitapları da isminin baş harfleriyle yayımlanmıştır. Yayınevi, yazarın kadın olduğundan dolayı kitabın okunmayacağını düşünüp sadece baş harflerini kullanarak erkek olduğu izlenimini vermek ister. Asıl adı Joanne Kathleen olan bir kadın tarafından kaleme alınan böyle bir serinin yazarının kadın olduğuna hâlâ inanmayanlar mevcuttur.
Mizaçları farklı olsa da ilim öğrenmek kadın ve erkek her Müslüman’a farzdır.[14] Günümüzde bu ilim ihtiyacını gidermek için hicret eden kadınlar, gitmeleri gereken ülkelerin haritanın neresinde olduğuna bakmaksızın yola koyulmuşlardır. Kimisi Orta Asya’ya, kimisi Uzakdoğu’ya kimisi de Afrika’ya… Aslında kadının eğitimi toplumun da kalkınmasıdır. Şemseddin Sami de bir misalle kadına verilen eğitimin önemini vurgular: “Kadınlara verilen terbiye evlât ve ahfadına (torunlarına) sirayet eder. Erkeklere terbiye vermek, gölge verecek bir ağaç dikmek ise, kadınlara terbiye vermek hem gölge hem de yemiş verecek bir ağaç dikmektir.”[15] Her insanın ilme istidadı vardır. Bu maharet ve kabiliyetleri geliştirmeyerek âtıl bırakmak bir tür israftır.
“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer, 29/9) âyetini duyan ilk Müslümanlar, kadını ve erkeği ile bu davanın yolcusu olmuşlardır.[16] Bu fikirlerle donanan bir insan hangi şartlarda olursa olsun kız çocuklarını yetiştirdiğinde daha nice Fatma Aliyeler, Makbule Lemanlar yetişecektir.
Dipnotlar
[1] Fahri Kayadibi, “Kadın Eğitiminin Önemi ve Kalkınmadaki Rolü”, Sosyoloji Konferansları, 2003, Sayı 28, 19.
[2] A.g.e.
[3] Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 247.
[4] TDV, İslam Ansiklopedisi, “Şifâ bint Abdullah” maddesi.
[5] Nusrettin Bolelli, Kadınların Hadis İlmindeki Yeri, İstanbul: M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 1998, s. 223–224; Muhammet Yılmaz, İbn Hacer ve Süyutî’nin Hocaları Bağlamında Kadın Hadisçiler, Ankara: Araştırma Yayınları, 2008.
[6] Sema Uğurcan, “Makbule Leman Hayatı, Şahsiyeti, Eserleri”, Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, Türklük Araştırmaları Dergisi, 1991, Sayı 6, s. 331.
[7] İsmail E. Erünsal, Osmanlı Kültür Tarihinin Bilinmeyenleri: Şahıslardan Eserlere, Kurumlardan Kimliklere, İstanbul: Timaş Yayınları, 2019, s. 73–74.
[8] Uğurcan, a.g.e. s. 337
[9] A.g.e. s. 341.
[10] Sema Uğurcan, Makbule Leman: Ma’kes-i Hayal ve Diğer Yazıları, İstanbul: Dergâh, 2019, s. 13–14. “Kadınlık, faziletin mânâsının ruhudur. Fikirlere genişlik kadınlardan gelir. Nezaket içinde sağlamlık belirir. Kadınlarda hakikat açıkça gözükür. ‘İffet’ ile ‘kadın’ kız kardeştir. Bu dünyada vefa, gönül temizliği ve güzel ahlak gibi ince hisler, bu zayıf varlığa emanettir.”
[11] A.g.e. s. 359–360.
[12] Fatma Aliye Hanım, “Makbule Leman”, Nüsha-i Fevkalade-i Tercümân-ı Hakîkat, 19 Haziran 1897.
[13] Senem Timuroğlu, Kanatlanmış Kadınlar Osmanlı ve Avrupalı Kadın Yazarların Dostluğu, Ankara: İletişim Yayınları, 2020, s. 174.
[14] İbn Mace, Mukaddime, 17.
[15] Şemseddin Sami, Kadınlar, İstanbul: Mıhran Matbaası, 1879, s. 22.
[16] Kayadibi, A.g.e.