Günümüz dünyasında insanın kendisini ve hakikati tanıma ihtiyacı, her zamankinden daha yakıcı bir şekilde hissedilmektedir. Hızla dönüşen toplumsal yapılar, bireyin anlam arayışını karmaşıklaştırmakta; bilgiye ulaşım kolaylaşırken, hikmetin yerini çoğu zaman yüzeysel yorumlar almaktadır. İşte böyle bir çağda, “irşad” kavramı sadece dinî bir vazife olarak değil, aynı zamanda bireyin kendi varoluşunu anlamlandırma çabasına katkı sunan bir rehberlik faaliyeti olarak yeniden düşünülmelidir. Bu noktada irşadı, sadece başkasına bir şeyi anlatmak değil, aynı zamanda insanın kendini kurtarma yolculuğuna da eşlik eden bir sorumluluk olarak görmek gerekmektedir.
Kelime anlamı itibarıyla “doğru yolu gösterme, aydınlatma” gibi anlamlar taşıyan irşad; klasik terminolojide çoğu zaman tebliğ, davet, emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker gibi kavramlarla birlikte ele alınmıştır. Ancak günümüz sosyal psikolojisi ve iletişim bilimleri açısından değerlendirildiğinde, irşad kavramı artık çok daha katmanlı bir anlam dünyasına sahiptir.[1] Modern toplumlarda “kurtarıcı” değil, “rehber” olmak; “öğreten” değil, “birlikte öğrenen” pozisyonunda durmak daha etkilidir. Bu çerçevede irşadı, insanlara yukarıdan bir şeyleri bildirme ve onları değiştirme çabası olarak değil; birlikte yürünmesi gereken, saygı ve empati temelli bir yolculuk olarak anlamak daha sağlıklı bir yaklaşımdır. İrşad, artık sadece hakikati anlatma değil, muhatabını tanıma, dinleme, kültürünü ve değer dünyasını anlamaya dönük bir iletişim eylemi olarak yeniden tanımlanmalıdır.
Bu sebeple irşad faaliyetlerinin çağın diliyle, çağın insanına hitap edecek bir yöntemle yeniden ele alınması zaruridir. Bugünün insanı, edilgen ve müdahale edilen bir varlık değil; düşünen, sorgulayan ve sürece dâhil olmak isteyen bir aktördür. Dolayısıyla irşad kelimesinin taşıdığı geleneksel anlamı koruyarak, bu kavramı çağın ihtiyacına cevap verecek şekilde yeniden yorumlamak önem arz etmektedir. Bu konuda “ıslah” gibi daha çok geçmişte tarım ve mühendislikte kullanılan ve nesneleri dönüştürmeye yönelik çağrışımlar yapan kelimeler yerine, “geliştirme”, “rehberlik etme”, “ahlakî ve zihnî farkındalık kazandırma” gibi daha insan merkezli ve katılımcı kavramlar tercih edilmelidir.
İrşadın Mahiyeti ve Kaynağı
İrşad, özellikle insanları hakikate yönlendirmek, onları Allah’ın rızasına ulaştıracak yola davet etmek anlamında kullanılır. Bu anlamıyla irşad, insanlara rehberlik etmeyi ve onların doğruyu bulmalarına yardımcı olmayı ifade eder. Bu görevi üstlenen kişiye geleneksel literatürde “mürşid” denilse de günümüzde bu terim yerine “manevî rehber”, “yol gösterici” gibi daha kapsayıcı ifadeler tercih edilebilir. En yüce rehber ise şüphesiz Allah’tır.[2] Zira insanı hakikate, doğru bilgiye, iyilik ve güzelliğe çağıran ilk ve en gerçek kaynak O’dur. Allah bu rehberliği, seçkin kulları olan peygamberler aracılığıyla gerçekleştirmiştir.[3] Peygamberler, ilahî mesajı insanlığa taşımış; böylece irşad halkaları tarihin her döneminde yeniden yeşermiştir. Bu misyona gönül veren herkes, kendi imkânı ve mesuliyeti nispetinde bu sorumluluğu taşır.[4]
Kur’ân ve Sünnette Rehberlik Vazifesi
Kur’ân-ı Kerîm bu görev için şöyle buyurur:
“İçinizden hayra çağıran, iyiliği yayan ve kötülükleri önleyen bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.”[5]
Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) de Temîm ed-Dârî’den rivayet edilen hadislerinde bu hakikati, “Din nasihattir.” cümlesiyle özetlemiştir. Sahabenin “Kimin için nasihattir?” sorusuna Efendimiz şu cevabı vermiştir: “Allah için, Kitabı için, Resûlü için, Müminlerin önderleri ve bütün Müslümanlar için.”[6] Bu sözler, rehberlik ve doğruya çağırma vazifesinin her bireyin sorumluluğunda olduğunu açıkça ortaya koyar.
İnsanlık Gemisinde Sorumluluk
İnsanlık, büyük bir gemide yolculuk yapan farklı katlardaki yolculara benzer. Bu geminin emniyetli seyri, yolcuların bilinçli ve sorumlu davranışlarıyla mümkündür. Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir hadisinde anlattığı üzere; bazıları geminin alt katında, bazıları üst katında yolculuk yapar. Alt kattakiler su ihtiyaçlarını karşılamak için üst kata çıkmak zorundadır. Bir gün kendi katlarında bir delik açmayı teklif ederler ki kimseyi rahatsız etmeden su alabilsinler. Eğer bu teklife müsaade edilirse sadece kendileri değil, tüm gemi tehlikeye girer. Ama bu yanlışa engel olunursa herkes kurtuluşa erer. İşte bu benzetme, toplum içinde iyiliği emretme ve kötülükten sakındırma görevini ihmal etmenin tüm insanlığı etkileyebilecek bir sorumluluk olduğunu gösterir.[7] Bu anlamda yapılması gereken önemli bir hususu muhterem M. Fethullah Gülen Hocaefendi: “Günümüzde Kur’ân ve Sünnet’in ne dediğinin anlaşılmasına ve anlatılmasına ihtiyaç var. İslâm’ın insanlığa sunduğu mesajın bugünün şartlarına göre bir kere daha yorumlanıp açıklanması, günümüz dünyasının bakış açısına göre geleneğin/mirasın yeniden ele alınıp değerlendirilmesi gerekiyor. Bunun kolay olmadığını baştan kabul etmeliyiz. Bu, köklü bir gayrete bağlıdır.”[8] sözleriyle dile getirir.
Rehberliğin Hayatî Önemi
Bireyin rehberlik etmesi, yalnızca başkalarının doğru yolu bulmasına değil, aynı zamanda kendi iç dünyasını aydınlatmasına da vesile olur. Çünkü başkasını kurtarmaya çalışan insan, en başta kendi içindeki sesi dinlemek zorunda kalır. Bu yönüyle irşad, sadece bir vazife değil; bir iç yolculuk, bir arınma ve derinleşme vesilesidir. İnsan, başkasına ışık olurken kendi karanlıklarını da aydınlatır.
Kültürlerarası İletişim ve Rehberlik
İslam tarihinde, rehberlik ve çağrı faaliyetlerinin kültürlerarası bilinçle yapıldığı birçok örnek mevcuttur. Sahabe efendilerimizin farklı beldelere hicret ederken, o coğrafyaların dilini, kültürünü ve sosyal yapısını tanımaya çalışmaları; tebliğin, karşıdaki toplumun anlayışına göre şekillendirilmesi gerektiğini ortaya koyar. Nitekim Hz. Muaz bin Cebel’in (radıyallâhu anh) Yemen’e gönderilmesi esnasında Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) ona yaptığı uyarılar, irşadın sadece bilgi aktarmaktan ibaret olmadığını, bunun yanı sıra muhatabın zihin ve kalp dünyasına hitap etmenin önemini vurgular.[9]
Bugün de özellikle farklı coğrafyalarda yaşayan Müslümanların karşılaştığı kültürel çeşitlilik, rehberlik anlayışını güncelleme gereğini doğurmaktadır. Modern dünyada bireylerin özgürlük ve kişisel tercihlere verdiği değer göz önüne alındığında, irşad daha çok model olma, birlikte yaşama, güven verme ve anlamlı ilişki kurma boyutlarında kendini göstermelidir. Geleneksel dilin yanı sıra çağdaş terminolojiye hâkimiyet, yeni nesillere ulaşmak adına büyük önem taşır.
Günümüzde Rehberliğin Gölgesinde Kalan Tehlikeler
Günümüz dünyasında özellikle yurtdışında yaşayan Müslümanların karşılaştığı en önemli tehlikelerden biri, dünyevileşmenin tesiriyle irşad ve hakka davet görevinden uzaklaşma eğilimidir. Çoğu zaman bireyler sosyal konfor, kariyer ve maddî başarı peşinde koşarken, toplumsal sorumlulukları ikinci plana atabiliyor. Bu nedenle irşad faaliyeti, başkalarını kurtarma iddiasıyla değil, bireyin kendi hakikat arayışı ve ebedî kurtuluşu doğrultusunda temellendirilmelidir. Kendi selametini arayan bir insan, zaten çevresine örnek olmaya başlar. Çünkü hakikate yürüyen bir yolcu, yürüdüğü yola ister istemez ışık düşürür.
Yeni Coğrafyalarda Yeni Yaklaşımlar
Sahabe neslinin Asr-ı Saadet’te yaşadığı hicret tecrübeleri, çağımız insanı için son derece öğreticidir. Onlar, gittikleri her yerde sadece dinî hakikatleri aktarmakla kalmamış, aynı zamanda o toplumların sosyal yapısına katkıda bulunmuşlardır. “Bana bir ip verin, çalışayım.”[10] diyen sahabe örneğinde olduğu gibi; gittikleri toplumlarda güven inşa etmişler, örnek davranışlarla insanları etkilemişlerdir. Bu durum, çağdaş irşad faaliyetlerinin yalnızca söylemle değil; davranış, ahlâk, nezaket ve toplumsal katılım gibi alanlarda da desteklenmesi gerektiğini gösterir.
Dünyevileşme Tehlikesi ve İlmî Nesil İhtiyacı
Her geçen gün etkisini daha çok hissettiren dünyevileşme, yalnızca genel Müslüman kitleyi değil, hizmet insanlarını da ciddi şekilde tehdit etmektedir. Maddî konfor, bireysel çıkarlar ve dünyevî meşguliyetler; aslî vazifemiz olan irşad ve dinî temsil misyonunu gölgede bırakma riski taşımaktadır. Bu sebeple, dinin temel kaynaklarına müracaatın sürekli kılınması, dinî ilimlerde derinleşmiş ve bu alanlarda söz sahibi olacak bir neslin yetiştirilmesi elzemdir.
Bu konuda özel yatırımlar yapılması bir lüks değil, zarurettir. Kur’an ve Sünnet çizgisinde sağlam ilmî esaslara dayanan, çağın sorunlarını okuyabilen ve genç kuşaklara dinî değerleri anlamlı şekilde aktarabilecek rehberlerin yetişmesi için eğitim kurumlarına, burs programlarına ve teşvik edici modellere ihtiyaç vardır.
Nitekim Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem), bir beldeye idareci tayin ederken, onun yanında dinî rehberler de gönderdiğini görüyoruz. Hz. Ömer, Kûfe’ye vali olarak Ammar bin Yasir’i gönderirken, toplumun dinî eğitiminden ve irşadından sorumlu olmak üzere Abdullah b. Mes’ud’u da birlikte göndermiştir (radıyallâhu anhum). Hatta onunla ilgili şöyle buyurmuştur: “Sizi kendime tercih ederek onu yanımda tutmadım, size gönderdim.”[11] Bu yaklaşım hem yöneticilik hem de ilmî temsilin bir arada yürütülmesi gerektiğini; toplumsal istikametin ancak bu şekilde korunabileceğini göstermektedir. Bu konuda Hocaefendi’nin vasiyet kabilinden şu sözleri gayet önemlidir:
“Adanmış ruhlar gittikleri yerlerde farklı insanlarla temasa geçerek hem kendi kültür değerlerimizin fahrî temsilciliğini yapacak hem de alınması gereken güzellikleri alıp kendi insanının istifadesine sunacak. Fakat onlar bu önemli vazifeyi yerine getirirken daha çok aksiyon ağırlıklı bir meşguliyet içinde olacaklarından ilmî ve manevî açıdan gerektiği ölçüde beslenemeyebilirler. Öyleyse mânâ köklerimizden süzülüp gelen değerlerimize vâkıf bulunan, temel kaynaklarımızı daha iyi bilen fertler yetiştirilmeli ve böylece onların eliyle aksiyon sahasında koşturup duran insanların gerektiği ölçüde beslenmesi sağlanmalıdır. İlim ve fıkıhta derinleşme için omuzları üzerine sorumluluk yüklenenler tıpkı bir ‘menhelü’l-azbi’l-mevrud’ (tatlı su kaynağı) gibi sürekli akmalı, sahada koşturan fedakâr ruhları beslemeli; onlar da o kaynaktan alacağını almalı, ilmî donanımlarını tamamlamalı ve böylece kendilerini sürekli yenileyebilmelidirler.”[12]
Hakikate Çağrının Kıyamete Kadarki Devamı
İrşad, zaman ve mekânla sınırlı bir sorumluluk değildir. Hakikate çağrı, tüm peygamberlerin mirasıdır ve kıyamete kadar sürecek bir görevdir. Bu davet, her dönemin diliyle, her kültürün anlayabileceği şekilde yapılmalıdır. Modern çağda bireylerin dinî hassasiyetleri azalıyor gibi görünse de hakikate duyulan özlem tamamen silinmez. Önemli olan, bu özlemi harekete geçirecek dili, usulü ve yaklaşımı bulabilmektir. Bu da ancak derin bir iman, sağlam bir bilgi, yüksek bir temsil ve yürekten gelen bir samimiyetle mümkündür.
Dipnotlar
[1] Bekir Topaloğlu, “İrşad” Md., DİA, Ankara, 2022, c. 22, s. 454-455.
[2] Kehf, 18/17.
[3] Buhârî, Cihâd, 102; Müslim, Fezâʾilü’s-sahâbe, 34.
[4] Bkz. “Hepiniz çobansınız. Hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Âmir memurlarının çobanıdır. Erkek ailesinin çobanıdır. Kadın da evinin ve çocuğunun çobanıdır. Netice itibarıyla hepiniz çobansınız ve hepiniz idâre ettiklerinizden sorumlusunuz.” (Buhârî, Cum`a 11, İstikrâz 20, İtk 17, 19, Vesâyâ 9, Nikâh 81, 90, Ahkâm 1; Müslim, İmâre 20. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, İmâre 1, 13; Tirmizî, Cihâd 27).
[5] Âl-i İmrân, 3/104
[6] Müslim, Îmân 95. Buhârî, Îmân 42; Ebû Dâvûd, Edeb 59; Tirmizî, Birr 17; Nesâî, Bey’at 31, 41.
[7] Bkz. Buhârî, Şirket 6; Şehâdât 30. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 12.
[8] https://herkul.org/kirik-testi/yeni-bir-okuma-usulu/
[9] Buhârî, Zekât 41, 63, Megâzî 60, Tevhîd 1; Müslim, Îmân 29-31.
[10] İbn Kesir, es-Siretü’n-Nebeviye, c. 2, s. 327-328; İbn Hacer, el-İsâbe, c. 2, s. 1182, 1183.
[11] İbn Sa’d, a.g.e., 3/157, 255, 6/9,
[12] https://fgulen.com/tr/component/tags/tag/yolun-kaderi