Cebrî hicret yolcularının Türkiye’den sonra emin beldelere ulaşmak için uğradığı ilk durak Atina’da idim. Bir ziyaret dönüşü gecenin geç saatlerinde şehrin adını bilmediğim bir caddesinde yalnız olarak otobüs bekliyordum. Issız gecede, caddenin loş ışıkları altında ailemden, dostlarımdan uzakta farklı mülahazalara dalmıştım. Böyle kendimi garip, kimsesiz hissettiğim, iç içe gurbetler yaşadığım o dakikalarda eşim bir video paylaştı. Videoda bir hemşiremiz Bergen Üniversitesi Kütüphanesinde Üstad Hazretleri’nin el yazması Osmanlıca “Zülfikâr Risalesi”ne rastladığından bahsediyor; duygu yüklü, titrek, dokunaklı bir sesle sevincini anlatıyordu. O video, o sıkıntılı ânımda benim için gerçekten büyük bir sevinç ve inşirâh vesilesi oldu. Sonra Allah, Norveç’in ikinci büyük şehri olan Bergen’e gelmeyi ve o videoyu hazırlayan Türkay Selayet Hanımefendi ve ailesi ile tanışmayı nasip etti.
Türkay Hanım daha sonra, “Zülfikâr Risalesi”nin yanında Risale-i Nur Külliyatı’ndan üç kitap daha keşfetti Bergen Üniversitesi Kütüphanesinde. Bir ara “Zülfikâr Risalesi”yle birlikte bu kitapları kütüphaneden ödünç alıp bana verdi. Ben de bu vesile ile kitapları yakından ve ayrıntılı inceleme fırsatı buldum. Diğer üç kitap şunlardı: “Nur’un İlk Kapısı”, “Afyon Mahkemesi Müdafaatı” ve “Fihrist Risalesi”.
Öncelikle kitapların fiziki durumuyla ilgili kısa bilgi vermek istiyorum. Kitapların hepsi de güzel bir Kur’ân hattı ve el yazısı ile yazılıp teksir makinesiyle çoğaltılmış. Yapraklar zımba ile veya dikişle bir araya getirilip sabitlenmiş. Kitapların ön ve arka yüzleri karton kapakla, sırt tarafları ise deri ile ciltlenmiş. Bazı yerler müstesna yapraklar tek yönlü basılmış. Kitapların hem kapakları hem de ilk ve son sayfaları bir hayli yıpranmış.
Bu kitapların Bergen Üniversitesi Kütüphanesine ne zaman ve nasıl geldiğini bilmiyoruz, ancak kitapların ön kapaklarının iç kısımlarında Türkçe kütüphane katalog kartları bulunuyor. Bu kartlarda kitapların isimleri ve müellifinin adı yanında, yaprak sayısı, ebadı ve baskı tarihleri ile ilgili bilgiler mevcut. Üst kısımlarında ise kurşun kalemle “MHarab” ismi not edilmiş. “Afyon Mahkemesi Müdafaatı” kitabında “Mharab” isminin yanında “Öze”ilavesi var. Kitaplar daha önce Teoloji Fakültesi’nde imiş, oradan Bergen Üniversitesi Kütüphanesinin arşivine aktarılmış. Ayrıca Risalelerin bulunduğu bölüm “Öze Kitapları” diye adlandırılmış. Bu zat, muhtemelen Risaleleri kütüphaneye bağışlayan kişi idi.
Kitapların baskı tarihleri, daha doğrusu teksir tarihleri de şöyle: “Zülfikâr Risalesi”, Hicrî 1365 (M.1946); “Afyon Mahkemesi Müdafaatı”, Hicrî 1368 (M.1949); “Nurun İlk Kapısı”, Hicrî 1368 (M.1949). “Fihrist Risalesi”nde ise tarih belirtilmemiş.
Risale-i Nurlar esas itibarıyla 1920’den itibaren ve çok zor şartlar altında telif edilmeye başlandı. Telif edilen Risaleler, Nur talebeleri tarafından evlerde gizli gizli el yazısı ile çoğaltılıyor ve yine el altından Türkiye’nin dört bir yanına ulaştırılıyordu. Tabiatıyla elle çoğaltma hem çok zahmetli oluyor hem de çok uzun zaman alıyordu. Bu da eserlerin daha az kişiye ulaşması anlamına geliyordu.
1946 yılında Nur talebelerinden Ahmet Nazif Çelebi ilk defa İstanbul’dan bir teksir makinesi alıp İnebolu’ya getirtir ve Risale-i Nurlar onun evinin bir odasında bu teksir makinesiyle basılmaya başlar. Daha sonra Tahiri Mutlu’nun vesilesiyle ikinci bir teksir makinesi alınır ve Isparta’nın Sav Köyü’nde İbrahim Gül’ün evine yerleştirilir.[1]
Üstad Hazretleri, Risalelerin teksir makinesiyle çoğaltılmasına çok sevinir ve bu sevincini şöyle ifade eder: “Bir zaman Emirdağ’da ikamete mecbur ve tek başıma iken, adeta bir hücrede, bana çok ağır gelen göz hapsi ve zorbalarla işkence etmeleri yüzünden hayattan usandım, hapisten çıktığıma üzüldüm. Bütün kalbimle Denizli hapsini arzuladım ve kabre girmek istedim. ‘Hapis ve kabir, böyle bir hayata tercih edilir.’ diyerek ya hapse ya da kabre girmeye karar verirken, Cenab-ı Hakk’ın inayeti imdada yetişti; kalemleri teksir makinesi gibi olan Medresetü’z-Zehra talebelerinin ellerine yeni çıkan teksir makinesini verdi. Birden kıymetli Nur Risalelerinin her biri, tek bir kalem ile beş yüz nüsha çoğaltıldı. Bu fütuhatın başlaması, bana o sıkıntılı hayatı sevdirdi, ‘Sonsuz şükürler olsun!’ dedirtti.”[2]
Bergen Üniversitesi’nde bulunan Risalelerin baskı tarihlerine baktığımızda bunların, Nazif Çelebi’nin evindeki teksir makinesiyle çoğaltılan ve Üstad Hazretleri’ni en sıkıntılı zamanında adeta yeniden hayata bağlayan ilk nüshalar olduğu anlaşılıyor.
Kitapların Muhtevası
Bu kitaplar sonraki yıllarda Latin harfleriyle basılmasının yanında “Nur’un İlk Kapısı” ve “Zülfikâr Risalesi”ndeki bahisler “Sözler”, “Mektubat” ve “Lemalar” gibi temel eserlerde de yerini aldı. Bu iki eser o dönemde ihtiyaca binaen müstakil olarak basılmış. Her iki eserde de “tevhid”, “nübüvvet”, “haşir” gibi iman esaslarına yer verilmesi dikkat çekiyor. “Afyon Mahkemesi Müdafaatı” ise Üstad Hazretleri ve Nur talebelerinin akla hayale gelmeyecek ağır ve neredeyse kesintisiz zulümlere rağmen tarihe mal olacak o dimdik duruşlarını ortaya koyması bakımından büyük bir önem arz eder.
“Zülfikâr – Mu’cizat-ı Ahmediye ve Kur’âniye Mecmuası” hakkında birkaç cümle ilave etmek istiyorum. Bu kitap “19. Mektup”, “25. Söz” ve “10. Söz” gibi iman esaslarını konu edinen önemli risaleleri ihtiva etmektedir. Kitabın sonunda bir Hâtime ve Hizbü’n-Nur duası bulunuyor. Kitabın giriş kısmında ise Üstad Hazretleri’nin el yazısı ile şu ibare yer alıyor:
“Bu acip asırda ehl-i iman, Risale-i Nur’a ve ehl-i fen ve mektep muallimleri Asâ-yı Musa’ya şiddetle muhtaç oldukları gibi hafızlar ve hocalar dahi Zülfikâr’a şiddetle muhtaçtırlar. Evet, mesela i’caz-ı Kur’âniye bahsindeki ekser ayetlerin medâr-ı şüphe ve itiraz olmuş aynı yerlerde, i’cazın lem’aları ve Kur’ân’ın güzel nükteleri isbat edilmiş.
Umum Risale-i Nur şâkirdleri namına, Said Nursî”
Üstad Hazretleri’nin Müjdesi
Üstad Hazretleri Barla’da tam bir tecrit hayatında iken ve henüz birkaç talebesi dışında etrafında kimsenin olmadığı günlerde Risale-i Nurların bütün dünyaya yayılacağına inanıyordu. Barla’nın kuş uçmaz kervan geçmez bir dağında o söyler, talebeleri yazar. Bir gün bu talebelerinden biri “Üstadım siz söylüyorsunuz, ben yazıyorum. Bu dağ başında ikimiz yalnız, garip, kimsesiz bu yazdıklarımızı kim duyacak, kim okuyacak, kim görecek?” diye sorar. Üstad Hazretleri hiç tereddüt etmeden der ki: “Yaz kardeşim. Bir gün gelecek bütün dünya bu eserleri okuyacak ve istifade edecektir.”
Nitekim daha Üstad Hazretleri hayattayken Risale-i Nurlar dünyanın birçok ülkesine ulaşmış ve daha o günlerde bazı dünya dillerine çevrilmişti. Yine talebeleri vasıtasıyla Risale-i Nurları yaklaşık 40 ülkeye ulaştırmıştı. Üstad Hazretleri’nin talimatı ile ve onun gözetiminde hazırlanan “Tarihçe-i Hayat”ta “Risale-i Nur ve Hariç Memleketler – Risale-i Nur’un Hariç Memleketlerdeki Fütuhatına Kısa Bir Bakış” başlığı altında yurt dışındaki hizmetlere geniş yer veriliyor. Bütün bunlardan anlıyoruz ki Üstad Hazretleri, Risale-i Nurlar vasıtasıyla iman ve Kur’ân mesajının bütün dünyaya yayılmasını çok arzu ediyordu.
Yine Üstad Hazretleri ümit adına en küçük bir ışığın olmadığı günlerde en gür sesiyle Müslümanlara ümit ve inşirah telkin ediyordu. Yine o, özellikle ikinci dünya savaşından sonra insanlığın düştüğü derin buhranlardan bahsettikten sonra şu müjdeyi veriyordu: “İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere’nin Kur’ân’ı kabule çalışan meşhur hatipleri ve din-i hakkı arayan Amerika’nın çok ehemmiyetli dinî cemiyeti gibi, rû-yi zeminin kıtaları ve hükûmetleri, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân’ı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün ruh u canlarıyla sarılacaklar. Çünkü bu hakikat noktasında katiyen Kur’ân’ın misli yoktur ve olamaz ve hiçbir şey bu mucize-i ekberin yerini tutamaz.”[3]
Üstad Hazretleri’nin bu müjdesini Peygamber Efendimiz’in “Benim adım güneşin doğup battığı her yere ulaşacaktır.”[4] mealindeki hadîs-i şerifle birlikte düşünebiliriz. Bu haberler, gelecek adına hem güzel bir müjde hem de Müslümanlar için İslam’ı doğru temsil edip onun gerçek ve güzel yüzünü dünyaya göstermek için bir sorumluluktur. Rabbimizden dileriz bu mukaddes vazife için bizi vesile kılsın. Cenâb-ı Hakk’ın bu süreçte bizleri cebren bütün dünyaya birer tohum gibi yaymasının önemli hikmetlerinden biri ve belki en önemlisi budur. Rabbim bize bu mukaddes emanete layık olmayı lütfetsin.
Dipnotlar
[1] https://sakev.org/risale-i-nurlarin-teksirle-cogaltilmasi-tr-537.html
[2] Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar (26. Lem’a, 15. Rica), Yayına Hazırlayanlar: Adnan Kayıhan-M. İlhan Atılgan, Ufuk Yayınları, İstanbul, 2011, s. 355.
[3] Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Şahdamar Yayınları, İstanbul, 2007, s.164. (On Üçüncü Söz’ün İkinci Makamı’nın Zeyli)
[4] Müslim, fiten 19; Tirmizî, fiten 14; Ebû Dâvûd, fiten 1.