Bir Ön Söz Mucizesi: Fatiha

Kur’ân-ı Kerim’in insan kelâmı olmadığına dair binlerce delilden biri de onun söz dizimidir. Hiçbir beşerin bu seviyede bir metin oluşturması şimdiye kadar mümkün olmamıştır ve bundan sonra da olmayacaktır.

Söz dizimi, cümle kuruluşunu gösterir. Cümlenin yapısı, bir sonraki cümle ile olan ilgisi, içerdiği kelimelerin farklı anlamlar açısından uyumu gibi özelliklere işaret eder. Dünya dillerinde farklı söz dizimleri ile farklı cümle kuruluşları olsa da temel dil mantığı hepsi için benzerdir. Ancak dilde söylemin gelişmiş olması, o dilde yazılmış bir metnin fazlalık ve eksikliklerden ne kadar uzak olduğuna ve metinsel özelliklere ne kadar uyumlu olduğuna bağlıdır. Bu da hâliyle yazılan eserlerden anlaşılacak bir konudur.

Ön söz, bir eserin muhtevası hakkında yazarın veya kitaba vâkıf olan başka birinin kaleme aldığı kısa giriş bölümüdür. Bu bölümde eserin kapsamı, görülen problemler, verilmek istenen mesaj, yani kısa bir özet yapılır ki ön sözü okuyanlar eser hakkında kısaca bilgi sahibi olsunlar. Ancak hiçbir eserin ön sözü, Kur’ân’ın ön sözü olan Fatiha kadar kapsamlı olamaz. Bilimsel makalelerde veya tezlerde özet kısmının genel olarak mümkün olduğu kadar az kelimeden (genellikle 150 kelime) oluşması istenir. Bu özetlerde sorun, çözüm, yöntem ve sonuç hakkında en az birer cümle ile izah yapılması istenir.

Besmele ile birlikte sadece yedi âyet olan Fatiha, yaklaşık 600 sayfalık ilahî kelâmın çok kısa, ama bir o kadar da kapsamlı bir özetidir. Bu özette ilahî kelâmın içerdiği bütün konular yer almaktadır. Bu konular, müfessirlerin ifadesi ile tevhid, risalet, haşir, ubudiyet ve adalettir.

Besmele, sûrenin ilk cümlesidir ve bir murad-ı ilâhîye işaret eder. Bu murat, “Yaratan Rabbinin adıyla oku.” (Alak, 96/1) emrine önemli bir kapı açar. İsim, Allah, Rahman ve Rahîm kelimelerinden sonra hamd kelimesi gelir. Burada bir durum tespiti yapılır ve takdirde bulunulur. Bu tespitte hem problem hem de çözüm vardır. “Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun.” cümlesi hem şirk sorununu hem tevhit akidesini izah eder. İkinci cümle ilk cümlenin hamd ve tevhit açısından gerekçesidir. Üçüncü cümle, yani “Din Gününün Sahibi” cümlesi, yine hem problemi hem de çözümü ifade eder. İnanmayanlar için sorun olan durum inananlar için çözümdür. Sonraki iki cümle bu çözümün ardından gelen yöntemi gösterir. Bu yöntem, hayata yansıyan bir hareketlenmedir. Son iki cümle ise sonuç bölümünü gösterir. Çünkü dalalet ve hidayet çizgisi adına elde edilecek olan sonuçlar burada görülür.

Besmeleden sonra “hamd” kelimesi ile başlayan sûre, ilk anda Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) tarafından kıraat edilmiş gibi görünmektedir. Bu üslup, “Ben sözümü onun ağzına koyacağım.” (Tesniye, Ishah, 18) Tevrat âyetinde olduğu gibi bir ikram-ı ilahîdir. Sûrenin tamamına bu açıdan bakıldığında, bütün bir varlığı ve ikram edilen nimetleri, hayatı ve yaratılış gayesini bilmeden bu beyanda bulunmanın imkânsız olduğu fark edilir. “Hamd” kelimesinin önünde gizlenmiş “Kul” (De, Söyle) hitabı düşünüldüğü zaman, bu özetin Allah (celle celâluhu) tarafından beyan buyurulduğu gayet net görülür. Bu hitabın gizli kalması ve her iki durumda da harika mânâlara kapı aralaması muhteşem bir i’cazdır.

Hamd, Kur’ân’ın tamamında yer alan ve insanların bilmesi, farkına varması istenilen, nimetlere karşı yapılacak olan ve nihayetinde secde ile taçlanan kapsamlı teşekkürü ifade eder. Bunun içinde nankörlükten uzak durma kadar ibadet etme şuuru da vardır.

İkinci kelime Allah’tır. Bu kelime ile tek İlah, tek Yaratıcı vurgusu yapılır, yani şirk reddedilir. Kur’ân’da pek çok bilimsel hakikatin bunun için zikredildiği görülür. Sonra Rab kelimesi gelir.  “Rab olma”, hiçbirini ihmal etmeden ve unutmadan her bir varlığa bakmaktadır. Gerçek saltanat ve Kibriyâ Allah’a aittir. Bu yüzden insanlar içinden saltanat ve Kibriyâ sevdasında olanlar rezil olurlar. Rubûbiyet göklerde ve yerde ne varsa hepsinin idaresini elinde bulundurmak demektir. İnsanlar özelinde mükafat ve cezaya da bakan kelime, terbiye gibi bir anlam için de kullanılmaktadır.

Âlemler kelimesinde bilip bilmediğimiz pek çok hayat tabakası veya varlık söz konusudur. Bu kelime Rubûbiyete, Rubûbiyet de Allah’a işaret eder ve Kur’ân-ı Kerim’in dörtte biri bu konu üzerinedir. İkinci âyetteki Rahman ve Rahîm isimleri, Rubûbiyetin açılımı şeklinde gelmiştir. Yani O’nun Rubûbiyeti hem dünyada hem âhirette Rahmaniyet ve Rahîmiyet şeklinde tecelli eder. Rahman sûresinde hem dünya hem kıyamet hem de ölüm ötesi hayat, Rahmaniyet kapsamında izah edilir. Rahîmiyet ise Allah Teâlâ’nın sonsuz merhametini, şefkatini gösterir ki dünyada hayvanlardaki ve insanlardaki şefkat ve merhamet, ilahî rahmetin küçük bir cilvesinden ibarettir. Ancak asıl rahmet ve merhamet; ölüm ötesi hayatta, âhirette, Cennet hayatı şeklinde tecelli edecektir. Dünyaya ve âhirete dair olan bu konu da Kur’ân’ın hemen her yerinde ele alınmaktadır.

İkinci âyetin ikinci kelimesi olan Rahim kelimesinden sonra üçüncü âyetin âhiret manzarasına bakması bu açıdan harika bir üslubu gösterir. Mâlik kelimesi, istisnasız her şeye hükmetmeyi ifade eder. Bu kelime ile aynı zamanda adalete de vurgu yapılır. Gün kelimesinde dünyada alışkın olunan bir zaman dilimine işaret vardır. Allah nazarında bütün dünya hayatı belki bir gündür. İkinci gün ise âhiret ile başlar. Din kavramı yine Kur’ân’da üzerinde çok durulan, “hanif, kayyim” kavramları ile ifade edilen temel ilahî esasları, kuralları ve hayat tarzını gösterir.

Başta gizli olan “De ki” ifadesi, bütün sûreyi kapsasa da dördüncü âyette farklı bir söyleme geçiş söz konusudur. Buna belagat ilminde iltifat adı verilir. Rabbü’l-âlemin ile hayatta ve varlıktaki bütün dalgalanmaları, renklenmeleri ve nimetleri müşahede eden insan, Malik-i Yevmi’d-Din ile gönülden ihtizaza gelir ve birden durur, derin tefekküre dalar. Bu nokta, kendi nefsinin mahiyetini bilme ve bu şekilde Rabbini de idrak etme hâli gibidir. Bir anlığına da olsa nefsinden ve masivadan sıyrılan insan, Allah’ın huzurunda bir hakikati ikrar eder. Bu hakikat, kulluğu, uluhiyeti ve insanın acziyetini kapsar. İlk üç ayette yapılan durum tespiti bu âyette bir konuşma çizgisine taşınır. İçte ve dışta pek çok hakikati müşahede eden insan birden Rabbi ile diyaloğa geçmek ister ve ilk cümlesi bütün varlığı ile “Yalnız Sana ibadet ederiz.” olur. Bu, enaniyetin izale ve uluhiyetin izhar olması demektir. İkinci cümle ise “Yalnız Senden isteriz.” cümlesidir ki bu da şirkin kökünü hepten kesen bir ikrardır. Bu iki ifade aynı zamanda sonsuz ihtiyaç sahibi olan insanın, sonsuz güç ve kuvvet sahibi Allah karşısında ihtiyaçlarını arz etmesidir.

Yardım isteme kelimesinden sonra hidayet kelimesinin gelmesi de Kur’ân kavramları açısından çok ilgi çekicidir. Hayatta yarın ne olacağını ve ne kazanacağını bilemeyen insanın bir şeyi var etmesi mümkün değildir. Bu yüzden ebedî hayat yolunda gerçekten yardıma ihtiyacı vardır ve bu yardım ancak hidayet şeklinde tecelli ederse çare olacaktır. Bir hayat tarzını ifade eden sırat kavramı da ancak müstakim olunursa hidayetin gerçekleşeceğine işaret eder. Çünkü her yol Rahmanî değildir. Kur’ân bunu da “Sakın şeytanın izinden gitmeyin.” (Nur, 24/21) şeklinde ihtar eder.

Önemine binaen sırat kelimesi, müstakim kavramından sonra ikinci kez zikredilir ve “sırat-ı müstakim” tamlaması örneklerle açılır. Bu bölüm hem dünya hayatına hem de âhiret hayatına bakar, ama Kur’ân’daki esas maksatlar açısından daha çok âhiret hayatına işaret eder.

Nimet verilenleri ifade ettiği için “en’amte” tabirinden hidayeti anlamak mümkündür. Çünkü daha sonra gelen iki kelime, hidayetin zıddı olan gazap ve dalalet yolunda olanları gösterir. Bu hakikat, Kur’ân-ı Kerim’in her tarafına, Allah Teâlâ’nın celâl ve cemal sıfatlarıyla ilgili olarak, sonuçları itibarı ile, mükafatlar ve cezalar şeklinde yayılmıştır.

Elbette nâzil olan bu âyetlerin Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) tarafından okunmuş ve insanlara izah edilmiş olması, nübüvvet müessesine doğrudan işaret etmektedir. Sûrede Kur’ân’ın tamamına yayılmış olan tevhid, risalet, haşir, ubudiyet ve adalet konuları, kelimeler arasındaki sıkı irtibat ile mükemmel bir şekilde verilmiştir. Ayrıca ilk âyette farkına varılan nimetler hamd kelimesi ile pekiştirilmiştir, son âyette ise gerçek nimetin mahiyeti, “hidayet” olarak izah edilmiştir ve aslında Kur’ân’da anlatılan dört temel maksat, bu hidayete giden yolu göstermek içindir.

Bu yazıyı paylaş