Kur’ân-ı Kerim’de Kadın Feraseti

Kur’ân-ı Kerim, Hazreti Şuayb’ın (aleyhisselâm) kızı, Firavun’un zevcesi Hazreti Asiye gibi mümtaz kadınların ferasetini mevzubahis yapar. Bu yönleriyle âyetler, ilahî hikmetle kadın fıtratına derç edilmiş feraset duygusuna dair bazı önemli ipuçları verir. Meselenin öneminden olsa gerek, müfessirler bu âyetlere dair mühim tespitlerde bulunur. Bazı Şarkiyatçılar ise feraset duygusuyla alakalı kayda değer izahlar getirir.

İlahî Furkan, Hazreti Şuayb’ın (aleyhisselâm) kızının, Hazreti Musa’yı (aleyhisselâm) gördükten sonraki tespitlerini haber verir. Feraset erbabı Hazreti Şuayb’ın (aleyhisselâm) kızı, “Babacığım, bunu işçi olarak tut, zira senin çalıştıracağın en iyi adam, böyle kuvvetli ve güvenli biri olmalıdır.” der. (Kasas, 28/26). Âyet, Hazreti Şuayb’ın (aleyhisselâm) kızının, tefsirlerde de geçtiği üzere, ister Hazreti Musa’nın nebevî ahlakının hâl ve hareketlerine yansımasıyla, ister başka saiklerle olsun, o büyük Nebi’nin kuvvet ve güven gibi vasıflarını keşfi ve onun istihdam ferasetini gün yüzüne çıkarır.

Bununla birlikte âyet, fertlerin istihdamında alınacak kararlarda hakperest kadınların da görüşlerine müracaat etme adına bir hatırlatma yapıyor olabilir. Burada yeri gelmişken Abdullah ibn Ahmed ibn Mahmûd en-Nesefî’nin âyetin tefsirine dair sözlerini hatırlatmakta fayda vardır. Nesefî, bu âyete değindiği yerde, Abdullah b. Mesud’un (radıyallâhu anh) rivayetine atıf yapar. Zira Abdullah b. Mesud’a göre, Hazret-i Şuayb’ın kızı, halk arasında feraset sâhibi olan üç kişiden biridir.[1]

Yine aynı sûrede geçen bir başka âyet-i celileyse bize, Firavun’un zevcesi Asiye’nin Hazreti Musa’yı (aleyhisselâm) nehirde bulduktan sonra Firavun ile geçen diyaloğundan bahseder. Firavun’un zevcesi, Hazreti Musa’yı bulunca, “Bana da sana da göz bebeği olacak sevimli bir çocuk! Öldürmeyin onu, olur ki bize fayda sağlar, bakarsın biz onu evlat da ediniriz.” (Kasas, 28/9) diyerek ferasetini gösterir. Ebu’s-Su’ûd Efendi, Hazreti Asiye’nin ferasetine, neciblik, temiz soyluluk, huy temizliğine dair alametleri mânâsına gelen “necabet” mefhumu ile yaklaşır. Ona göre Hazreti Âsiye, Hazreti Musa’nın işte bu necabetini gördü.[2] İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri de konuya Ebu’s-Su’ûd Efendi gibi bakar ve meseleye metafizikî boyut ekler. Bursevî Hazretlerine göre, Hazreti Âsiye Hazreti Musa’nın üzerinde asalet nişanlarını ve iki gözü arasındaki nuru gördü.[3]

Fahreddin Râzî ise âyete İbn İshâk’ın beyanları doğrultusunda açıklık getirir. Râzî, İbn İshâk’ın şu ifadelerini aktarır: “Allah, Hazreti Musa’nın (aleyhisselâm) sevgisini; Firavun’un hanımının kalbine attı. Çünkü, Hazreti Musa’nın (aleyhisselâm) yüzünde, gören herkesin sevebileceği bir tatlılık vardı. Bir de Firavun’un hanımı o sandığı açarken o nuru görmüştü.”[4]

Osmanlı mutasavvıflarından İsmail Rusûhî Ankaravî, feraset mefhumuna, Mısırlı olan ve Arap dünyasının önemli tasavvuf ehli arasında gösterilen İbnü’l-Fârız’ın, “Feraset, ruhun gaybî mânâlara suret vasıtasıyla muttali olmasıdır.” sözüyle izah eder.[5] İngiliz şarkiyatçı Reynold Alleyne Nicholson feraseti kalbde parlayan bir nur olarak görür.[6] Annemarie Schimmel ise feraset sahibi olmayanların, aynanın yalnızca arka yüzüne hayran olduklarını, aynanın daimî güzelliği yansıtan yüzünü idrak etmeden, dünyadan sûrî zevk aldıklarını ifade eder.[7]

Belkıs’ın Feraset Sınavı

İbnü’l-Fârız’ın feraset hakkındaki tespitleri, Hazreti Şuayb’ın (aleyhisselâm) kızı ve Firavun’un zevcesi Hazreti Asiye’nin ferasetlerinin özlü bir ifadesi niteliğindedir. Zira her ikisi de ferasetleriyle, Hazreti Musa’nın (aleyhisselâm) zahirî ahvalinden, tavır ve davranışlarından ondaki nebevî vasıfların mânâlarına intikal etmişlerdir. Bu hususun Belkıs için de geçerli olduğu söylenebilir. Kur’ân bize, Hazreti Süleyman’ın (aleyhisselâm) Belkıs’ın tahtı konusunda sarf ettiği sözleri şu âyet ile tablolaştırır: “Süleyman (aleyhisselâm) dedi ki: ‘Şimdi o Kraliçenin tahtını kendisinin tanıyamayacağı bir hale getirin, bakalım bunu bilecek mi bilemeyecek mi.” (Neml, 27/41). Fethullah Gülen Hocaefendi, Hazreti Süleyman’ın (aleyhisselâm) bu beyanıyla Belkıs’ın ferasetini ölçmüş olabileceğini söyler. Hocaefendi Belkıs’ın hidayet sürecine de parmak basar. İstidlal yoluyla bizi empatiye davet eder: “Putperest veya güneşe tapan bir kadın düşünün ki bu kadın kendine, düşüncelerinin esas alındığı bir taht düzenliyor. Böyle bir kadın herhâlde, tahtına güneş şekilleri yapacak, mabudlarının timsallerini işleyecek veya onu yıldız ve ay şekilleriyle süsleyecektir… İşte Süleyman (aleyhisselâm) böyle bir taht üzerinde değişiklik yapıyor ve onu hidayete hazırlayıcı motiflerle süslüyor.”[8]

Hocaefendi Belkıs’ın tahtının değiştirildikten sonra yaşadığı ruh hâletini de açıklar: “Böyle olunca yapılacak iş nedir? Tahtın şeklini değiştirmek mi, yoksa şeâir-i İslâmiye ile donatmak mı? Elbette ikinci ihtimal daha kuvvetli görünmektedir ki, bu da putperestliğe ait alâmetleri, timsalleri ortadan kaldırmakla olacaktır. Ondan sonra da bakalım tahtı görünce verilen mesajı alarak hidayete erecek mi, ermeyecek mi? Ve zaten sonuçta Belkıs tahtı görünce hidayete eriyor. Çünkü o da selim bir fıtrat a sahiptir. Oldukça zeki ve engin fikirli bir kadındır. Öyle ki o daha tahtı görür görmez, taaccübünü saklayamıyor ve verilen mesajı hemen alarak İslâm’ı kabul ettiğini ilan ediyor.”[9]

Hocaefendi Belkıs’ın hidayetine engel şeyleri de irdeler: “Sebe Melikesi, temiz fıtratlı, zeki ve fikirde basiret ile destekli olmasına rağmen daha önce hidayete erememişti. Çünkü putperest bir kavim içinde neş’et etmiş ve o toplumun bâtıl inançlarına göre yetiştirilmişti. Bu da onun daha önce karşılaştığı vahdete ait mesajları değerlendirmesine mâni oluyordu.”[10]

Görüldüğü üzere Belkıs, fıtratında münderiç olan feraseti kullanarak ihtidasına vesile kılmıştır. Tahtı üzerindeki suret değişikliğinden mânâya sıçramış; aklını yerinde istimal ederek kabuktan öze, yani imana ermiştir. Bu kıssanın günümüze bakan işarî mânâları da olabilir: Dünyanın birçok yerinde, maddeci bir anlayışın tesiriyle inancın ışıktan ikliminden uzak kalan birçok Belkıs, iman ve feraset sahibi kadınların kendilerine el uzatmalarını bekliyor olabilir.

Saadet Asrından Misaller

Kadınların ferasetine dair Saadet Asrından da misaller getirmek mümkündür. Hazreti Hatice (radıyallâhu anha) validemiz bu yüce kametlerden biridir. O disiplinli, kamile, güzel ve zengin bir kadındı. Birçok kişi de kendisine rağbet ediyordu. Ancak onun gönlü Resûl-i Ekrem’de (sallallâhu aleyhi ve sellem) idi. Bunu, Münye kızı Nefîse’ye çok net bir şekilde izah etmişti: “Ey Nefîse! Şüphe yok ki ben, Abdullah oğlu Muhammed’de, başkalarında görmediğim bir üstünlük görüyorum. O, dosdoğru, sadık ve emin, şerefli ve pak bir nesep sahibi, insanın karşısına çıkabilecek en hayırlı insan.” Hazreti Hatice de Hazreti Şuayb’ın kızı ile Firavun’un zevcesi Hazreti Asiye’nin Hazreti Musa’da (aleyhisselâm) gördüğü peygamberlik sıfatlarını, Efendimiz Hazreti Muhammed’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) nuranî çehresinde feraseti ile görmüştür.[11]

Bir diğer isim ise Hazreti Ümmü Seleme’dir (radıyallâhu anha). O da diğer annelerimiz gibi Efendimize (sallallâhu aleyhi ve sellem) zevce olacak fıtratta ve ferasetli biriydi. Hazreti Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) onun ferasetli görüşlerine müracaat ediyordu. Aslında O (sallallâhu aleyhi ve sellem), vahiy ile desteklendiği için buna ihtiyacı yoktu. Ancak bu sünneti ile kıyamete kadar gelecek erkek müminlere, “Siz de böyle yapın!” nebevî mesajını veriyordu. Hudeybiye Antlaşması sonrası, Sahabe-i Kiram efendilerimiz büyük tavizler verildiğini düşünüyordu ve derin bir hüzne kapılmışlardı. Böyle bir ruh hâleti içinde olduklarından Nebi-i Muhterem’in Hudeybiye’de kurbanlarını kesmeleri ve tıraş olmaları emrine sessiz kalmışlardı.

Yaşanan bu hadise sonrası, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), Ümmü Seleme validemizin fikirlerini aldı. Hüznünü dile getirdi. Ümmü Seleme (radıyallâhu anha), Efendimize (sallallâhu aleyhi ve sellem) dışarı çıkıp kurbanını kendi eliyle kesmesini, kendisini tıraş ettirmesini, akabinde Ashabının bunu fark edeceğini, bu sünneti yerine getireceğini ifade eder. Efendimiz onun bu düşüncesini hayata geçirir ve hadiseler izn-i ilahî ile Hazreti Ümmü Seleme’nin düşüncesi istikametinde cereyan eder.[12] Görüldüğü gibi, Ümmü Seleme validemiz, keskin ferasetiyle hadiseleri değerlendirebiliyordu.

Tarih boyunca kadınların zekâ ve kabiliyetleri ihmal edilmiştir. Ferasetlerinin inkişafları adına zemin hazırlandığında, insanlığa faydalı işler ortaya koymuşlardır. İki Nobel ödülü alan Marie Curie bu konuda bir misaldir.

Nebiler Serveri Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem), “Müminin feraseti karşısında titreyin; zira o bakarken Allah’ın nuruyla bakar.”[13] buyurduğu feraset nüvelerinin, potansiyel olarak kadın ve erkek herkeste var olduğu unutulmamalıdır. Bediüzzaman Hazretlerinin “şefkat kahramanları” olarak nitelediği kadınlara hayatın her ünitesinde, selim fıtratlarına ters düşmemek kaydıyla istihdam yolları açılmalıdır.

Dipnotlar

[1] Ebu’l-Berakât Abdullah ibn Ahmed ibn Mahmûd en-Nesefî, Nesefî Tefsiri: Medârikü’t-Tenzîl ve Hakâikû’t-Te’vîl, www.islamilimleri.com/Tefsir/Tefsir/Fihrist.htm

[2] Ebu’s-Su’ûd, Muhammed b. Muhammed el-Imâd, Ebu’s-Su’ûd Tefsiri: İrşâdü’l- Akli’s-Selîm ilâ Mezâyâ el-Kur’âni’l-Kerîm, www.islamilimleri.com/Tefsir/Tefsir/Fihrist.htm

[3] İsmâil Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân Tefsiri, www.islamilimleri.com/Tefsir/Tefsir/Fihrist.htm

[4] Fahreddin Râzî, Tefsir-i Kebir, (Mefâtîhu’l-Gayb), www.islamilimleri.com/Tefsir/Tefsir/Fihrist.htm

[5] İsmail Rusûhî Ankaravî, Osmanlı Tasavvuf Düşüncesi: Makasıd-ı Aliyye fi Şerhi’t-Taiyye, Yayına Hazırlayan Prof. Dr. Mehmet Demirci, İstanbul: Vefa Yayınları, 2007, s. 405.

[6] Reynold A. Nicholson, The Mystics of Islam, Canada: World Wisdom, Inc., 2002, s. 22.

[7] Annemarie Schimmel, Deciphering the Signs of God: A Phenomenological Approach to Islam, Albany: State University of New York Press, 1994, s. 31.

[8] M. Fethullah Gülen, Kur’ân’dan İdrake Yansıyanlar, İstanbul: Nil Yayınları, 2010, s. 318–319.

[9] A.g.e., s. 319.

[10] A.g.e.

[11] Akademi Araştırma Heyeti, En Öndekiler, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 35.

[12] Buhârî, Şürût, 15.

[13] Tirmizî, Tefsirü’l-Kur’ân, 15.

Bu yazıyı paylaş