Halim Baba

İzmir’in Agora semtinde Süngerci Selami Ağabeyin evi vardı. 1962’de ilk defa Risale-i Nur dersi için o eve gitmiştik. Halim Baba’yı (Halim Türkyılmaz) ilk defa orada Kur’ân hattı ile (Osmanlı Türkçesi) yazılmış Sözler’den On Yedinci Sözü okurken tanıdım. Henüz Risale-i Nur Külliyatını tanıma safhasında olduğumuzdan, okunulan yerin On Yedinci Söz olduğunu daha sonra öğrenmiştim.

Halim Baba’nın evi Patlıcanlı Yokuşundaydı. İzmir’in ilk Nur talebelerinden sayılan Mustafa Birlik Ağabeyin evine de çok yakın olduğu için burada yapılan derslere ve sohbetlere Halim Baba da devam ederdi. Aynı muhitte, mülkiyeti kendisine ait bir simit fırını vardı, fakat çalıştırması için başkasına kiraya vermişti. O fırından aldığı hafif şekerli gevrekleri (İzmir’de simit, “gevrek” diye adlandırılır) Hatuniye Camiinin yan tarafında açtığı tezgâhta satardı. Evi de fırının üstünde, 40–50 m2’lik bir yerdi. Evinin teras kısmında tavşan beslerdi. Daha sonra fırınını ve evini Hizmet’e vakfetti.

Halim Baba, Kestane Pazarı Camiine gelirdi. Fırını kendisi çalıştırmayıp kiraya verdiğinden gevrek satma işini de bir müddet sonra bırakıp “Ne alırsan 50 kuruş veya bir lira.” diyerek sokakta işportacılık yaptığına da şahit olduk. Sonraları onun, rahmetli Raif Cilasun’un öncülüğünü yaptığı, Kestane Pazarı Camii yakınlarındaki İmam Hatip ve İlahiyatta Talebe Yetiştirme Derneğinde, başlangıçtan beri faal olduğunu öğrendim. Hocaefendi ve Hizmet Hareketi ile tanışmadan önce, Hatuniye Camii civarında mensupları olan, başında Kulalı bir Şeyh Efendi’nin bulunduğu Uşşâkî tarikatına mensup olduğuna da sonradan muttali oldum. Ancak hizmet etme gayreti fazla olduğundan, Hocaefendi’yi tanıdıktan sonra bütün himmetini bu Hizmet’e vakfetmişti. Arada sırada Hocaefendi’ye “Allah benim ömrümden alsın da sana versin” diye dua ettiğine şahit olurduk.

Halim Babanın evinde, hem Kur’ân hattıyla yazılıp teksir edilmiş hem de Latin harfleriyle basılmış çok sayıda Risale-i Nur nüshası vardı. 1963 ve 1964 yıllarında, İzmir’deki Ağabeyler; İhlas, Uhuvvet ve Bediülbeyan gibi gazeteler çıkarırlardı. Bu yayınlarda hem Nur Risaleleri neşredilir hem de Hizmet’e yapılan hücumlara cevap verilirdi. Halim Baba da o gazeteleri koltuğunun altına alır, camilerin önünde, “Müslümanların çıkardığı bu gazeteyi alın, destek olun, Müslümanlar! Cemaat!” diye bağırırdı.

1980 İhtilali öncesi, anarşi ve terör hareketleri yüzünden Hocaefendi’ye bir şey olur diye herkeste bir endişe vardı. Onun için Hocaefendi, cuma günleri Bornova’ya vaaza giderken Halim Baba hemen başına bir kalpak geçirerek şoförün yanına otururdu. Uzun boyu ve beyaz saçı ve sakalıyla onu görenler Hocaefendi zannederlerdi. Bu tavrını da şöyle izah ederdi: “Korkuyorum, bu teröristler, Hocaefendi’ye bir zarar verebilirler. Ama onlar Hocaefendi’yi tanımazlar. Benim sakalım da var. Bir şey yapacaklarsa, bana yapsınlar.” Gerçekten de araba Bornova’da caminin önüne gelince, o zamanlar henüz videolar yaygınlaşmadığı için, Hocaefendi’yi görmemiş insanlar, arabadan heybetli bir şekilde inen Halim Baba’nın elini öpme telaşıyla onun etrafını sararken Hocaefendi arabanın arka kapısından rahat bir şekilde inerek camiye girebiliyordu.

Bir Ramazan günü, ikindi namazından sonra oturuyoruz. Hocaefendi eline bir gül almış, kokluyor. Halim Baba, Hocaefendi’ye “Nasıl olur? Orucun bozulur!” der gibi baktı. Hocaefendi, hemen meseleyi hissetti ve “Halim Baba, gül koklamak orucu bozar mı?” diye latife eder gibi sordu. O da “Koklanmasa iyi olur.” dedi. Bunun üzerine Hocaefendi, “Halim Baba, bu dediğiniz hüküm hangi kitapta yazıyor?” diye sordu.

Daha sonra, “Halim Baba, hiç gül koklama orucu bozsa veya mekruh olsa, Hocaefendi böyle bir şey yapar mı?” dedim. O da “Sorma! Keşke ‘Siz daha iyi bilirsiniz.’ deyip bıraksaydım, daha iyi olurdu, değil mi?” dedi. Aslında Hocaefendi verdiği cevapla herhangi bir dinî hüküm ve kanaat belirtirken mutlaka kaynaklara müracaat edilmesi gerektiğini ders veriyordu.

12 Eylül 1980 darbesinden sonra polisler, Halim Baba’nın evini basıp bir kısım kitaplarını alıp İzmir Birinci Şubeye götürmüşlerdi. Meğer alıp götürdükleri Nur Risaleleri olmayıp bazı üniversite talebelerinin ders kitapları imiş. Halim Baba, “Söyleyin bakalım, beni buraya niye getirdiniz?” diye sormuş. Onlar da “Yasak kitaplar okuduğun için.” demişler. “Getirin bakalım evimden getirdiklerinizi buraya.” deyince kitapların hepsini getirmişler. Üniversite öğrencilerinin ders kitapları olduğunu görünce şaşırıp kalmışlar. Özürler dileyerek bütün kitapları evine götürüp yerleştirmişler.

Bozyaka Yurdu tamamlanıp öğrencilerle hizmete başlayınca evini ve fırınını Hizmet’e verdikten sonra, artık yurdun küçük bir odasında kalmaya başladı. Ara sıra uğrar, bir çayını içerdik. Yurdun meseleleriyle ilgilenir, cemaatle namaz kılarken hep müezzinliği o yapardı. Âyetü’l-Kürsî’yi yüksek sesle okurdu. Yeni öğrencilerin ezberlemesini de sağlardı.

Günlük hayatı Kur’ân, teheccüt ve diğer nafile namazlar, evrad ve ezkâr ile dopdoluydu. Belki her gün 40–50 rekât nafile namaz kılardı. Bir gün Hocaefendi kendisine “Evet biliyorum, çok namaz kılıyorsun. Ama her gün koşu da yapmalısın. Bak şu yaşlı komutanlara, sapasağlamlar, çünkü her gün spor yapıyorlar.” demişti. Hocaefendi de yürüyüş yapardı. Daha sonra yürüme bandında bu alışkanlığını devam ettirdi.

Halim Baba, tam bir iktisat insanıydı. Daha önce kıtlık dönemi gördüğü için hiçbir şeyin atılmasına gönlü razı olmazdı. Kendisiyle çok beraberliği olmuş, yurt idarecilerinden Rıdvan Hoca, Halim Baba’nın bu davranışı için “Tuhaftır, bizim çöp gibi gördüğümüz bazı şeyler, onun sayesinde işe yarar malzemelere dönüşürdü. Ona göre ambalajdan çıkan bir ip veya lastik parçası bile atılmamalıydı. Bize İsraf ediyorsunuz.’ diye sık sık ikazda bulunur, çoğu zaman da haklı çıkardı, çünkü bazen bir iğne veya düğme gibi ufak bir şey lazım olur, onu gidip Halim Baba’dan alırdık.” demiştir. Gündelik hayatının her karesini mühim ve kıymetli faaliyetlerle dolduran bir insan olarak takvimler bile onun için kitap gibiydi. Yeni yılın duvar takvimini alınca her gün yaprakları koparıp okumak yerine, kaldığı yeri lastikle işaretleyerek kitap gibi toptan okurdu. Risale-i Nur Külliyatını Osmanlı Türkçesiyle yazılmış nüshalardan okur ve bu alışkanlığını her gün devam ettirirdi.

Yurtta akşamları düzenlenen programlarda misafirlere yapılan ikramlardan kalanları dikkatli bir şekilde toplar ve odasında muhafaza ederdi. Daha sonra gelen misafirlere odada ne varsa ikram eder ve “Bunlar benim değil, Hocaefendi’nin ikramı.” diyerek Hocamızı nazara verirdi.

Camiye gidince mutlaka ön safta, hatta imamın arkasında yerini alırdı. Bornova vaazlarında safta yer bulma hususunda, merhum Muharrem Kalyoncu Ağabeyle tatlı didişmeleri olurdu. Vaaz başlayınca, her ikisinin gözyaşları çağlayan olurdu.

Rıdvan Hocamızın, çok şahitleri olan diğer bir hatırası ise şöyledir: “Bir yaz günü Bozyaka Yurdundaydık. Cuma namazını, yurda çok yakın olan Kilimcitepe Camiinde, Mehmet Ali Şengül Hocamızın arkasında kılıyoruz. Camide Halim Baba’yı yine ön safta gördük. Namaz sonrası yurda geldik. Halim Baba çok perişan ve üzgün bir hâldeydi. ‘Ne oldu?’ diye sorunca, ‘Uyumuş kalmışım, Cuma namazını kaçırdım. Ben nasıl insanım!’ diye hayıflanarak kendini kınadı. Çok şaşırdık. ‘Sen camideydin, herkes gördü. Bir yanlışın var.’ dedik. Böyle harikulade hâlleri olan, fakat bunlardan kendisinin haberi olmayan bir insandı.”

Bir özelliği de yaşına bakmadan herkesten bir şeyler öğrenmeye gayret etmesiydi. Anlatılan bilgileri dikkatlice dinlerdi. Kendisini her zaman bir talebe gibi görürdü.

Halim Baba bütün Türkiye’yi gezip dolaşmıştı. Hocaefendi onun için bir mektup vermişti. Gittiği yerlerde kendisini tanımayanlara bu mektubu gösteriyordu. Çok Risale-i Nur okuduğu ve Hocaefendi’nin bütün vaaz ve sohbetlerine katıldığı için çok güzel ve bilgece sohbet yapardı. Onu El-Ezher Üniversitesinden veya Osmanlı medreselerinden mezun zannedenler vardı. Hâlbuki öyle bir tahsili yoktu. 1989’da ilk umremizi yaptığımızda, Halim Baba’nın Medine’de kaldığımız yerde kaldığını ve sohbetler ettiğini söylediler.

Son dönemlerinde iyice nuranîleşmişti. Bir arkadaşımız, Halim Baba’ya “Ey sakalına hiç siyah düşememiş genç ağabeyimiz.” diyerek hem iltifat eder hem de kendince latife yapardı. Allah rahmet eylesin.

Bu yazıyı paylaş