Hâlsizim… Hâlden Anlar mısın?

Hatırlar mısın? “Unuturum” deyip terk ettiğim mutluluk mefkûremiz, daha dünmüş gibi gözlerimin önünde. Pişmanlığın binbir türlüsünü tattım! Ayrılık ızdırabı ruhumu kavururken, için için ağladım. Damla damla dökülen yaşlarımı herkesten sakladım. Heyhat! Dayanamadım… İstanbul, Bursa, Tiflis, Bakü… Hatıralarım tüttükçe gönlümde, kemiklerim baştan aşağıya sızladı. Soğuk kuytularda titredikçe titredim. İmansızlık cenderesinde inlemek ne imiş, sen onu bir de bana sor!

Ben, “keşke”ler ile gençliğimi tükettim. Hüznümü ve kederimi içime attım. Sustum… Ezilirken cânım; depreşirdi gîrânım… “İmdat” çığlıklarımın hışmına uğradım! Yetersiz kalmıştı feveranım. Ne yapabilirdim? Ses vermedi beyyinatım! Nicedir sekerâttadır kalbgâhım. Dile kolay! Bilesin ki Fâtihâ’lara muhtaçtır hatıralarım. Sizlerden uzak diyarlarda esaretler yaşadım. Hayat kitabımın sahifelerini harf harf, ciğerimden sızan kan ile ıslattım! Nice huzurlu fırsatlardan uzak kaldım; hiçbir şeyden haz alamadım. Kırılan kalbimdi, bunaldıkça bunaldım!

Unutmak uğruna nice ülkelere ayak bastım. Sizi bana hatırlatan hayaller içinde efkân dehlizine çekildikçe eridim, bittim, tükendim. Sizleri simalarınızdaki apayrı nurdan tanıdığımı daha şimdi gibi hatırlarım. Gıpta ile sizlere bakarken, “nazar değmesin” demiştim. Gerçi aranızda bulunamayışımdan dolayı kahr u perişan olmuştum. Utanmıştım; çünkü ben vefasız olamazdım! İçimde volkanlar kaynasa da susmayı ve sizlerden uzak durmayı tercih etmiştim. Sizde beliren nur kendisine münhasır idi ki cesaret edip yüzlerinize bile bakamamıştım. Hâl hatır soramamıştım. Bir zamanlar tanıma şerefine nail olduğum büyüklere selamlar yollayamamıştım. Varlıktan kaçarcasına, yokluğa koşarcasına… Bir meczup edasıyla… Sizleri bana hatırlatan her şey, çarıklar çürüttüğüm yollarda kalbime keskin bir hançer gibi saplanmıştı. Hararetlerin tazyikinde nefessiz kalakalmıştım. Uykularım kâbuslara mağlup olmuş ve bölünmüş; gündüzlerim gecelere dönüşmüştü.

Aklıma her an takılan sizlerdiniz. Belki sizler bile değildiniz. Beni canımdan usandıran mefkûremize olan özlemimdi. Kavruluyordum! Hasret öyle bir acıdır ki ona sabredene hakikat deryasından kadehler sunulurmuş, sır perdesi aralanırmış.

Sorular yağmuruna tutulacağımı nereden bilecektim? Hacimlere sığmaz fikirlere daldıkça ruhumu zâr zâr ağlattım… Geç oldu belki ama hakikat âlemini ayrılık cehenneminde tanıdım. Estağfirullah! “Tanıdım” diyemem. Sözlerim yetersiz! Derbederim! O Rabbânî âlemin var olduğuna ruh u canımla inandım. Vesvese vebasını atlattım. Kanaat deryasına daldım.

Utancımızı ayaklar altına alıp kapı kapı deriler dilendiğimiz zamanları ve abone kampanyalarını… Reftâre gezindiğim ocakları, huzur bulduğum yurtları, dinlendiğim ve uyuduğum çekyatları… İbadet ve şehadet ehline imrendiğim mülâhazaları… Doyurucu mükafatları; uyarıcı nasihatleri… Vefayı, sevdayı, sefayı… Erenlerden bazıları ile yaptığım şehirlerarası yolculukları… Hep beraber yediğimiz lezzetli pilavları, bereketli sofraları… Konferans salonlarına sığmayan coşkulu ruhları, tek yürek olan canları… Unutamadım… Kıskançlık duyulmayan yılları, sevgi dolu heyecanlı anları, şefkatli ellerle sanki göklere açılan inşirah dolu manzaraları…

Unutamadım! Büyük Düşünürü görebilmek/dinleyebilmek için fırsat kolladığım lahzaları, hicret ve Hizmet uğruna uzak diyarlara göç edenlerin yüzlerindeki sevinç nişanlarını… Gidemeyenlerin döktükleri gözyaşlarını, vedalaşmaları, talihleri uzak diyarlara açılmış sevda yüklü kervanların düğün alayları ile uğurlanışlarını… Hüzün ve sevincin bir araya geldiği mekânları… Unuturum sanmıştım; unutamadım… Sadıkların can alıcı niyazları hâlâ kulaklarımda çınlar! Aman Allah’ım! Neydi o hüzünlü akşamlar! Ağlaşmalar, hıçkırıklar… Sonra kahvaltılar… Pazar sabahı Eyüp’e akın eden ikindi dirilişinin akıncıları! Hafız Ali Ağabeyimizin (Allah ona rahmet etsin) ismi verilen o meşhur mabette, güneşin doğduğu saatlerde, hep beraber yapılan tesbihatlar…

Unutamadım! Muhammed Mustafa aleyhissalâtü vesselâm aşkına tertip edilen sempozyumları, tefsir okuma gayretlerini, hadis ezberleme yarışlarını, şiir müsabakalarını… Okurken yaptığımız türlü türlü hataları ve o anda duyduğumuz utançları… Bir araya geldiğimiz sabit ve sadık dakikaları… Sevenlerin birbirleri ile yeniden kavuşmalarını… Cennetten gelmiş gibi sarılışlarımızı, bazen nazlanışlarımızı, bazen geçici de olsa darılışlarımızı, ama uzun ara vermeden yeniden barışmalarımızı; hatta özür dilemek için ilk adımı atışlarımızı… Gönül almak için küçük büyük demeden affedilmemiz için iki büklüm oluşlarımızı… Sabah namazına kalkmakta zorluk çekerken bazılarımızın rehberler tarafından ırgalanışlarını! Namazını kaçırmasın diye soğuk suyla ıslananları; sersemlikle sinirlerine hâkim olamayanları, ama hemen akabinde haksızlıklarının farkına varanları unutamadım.

Yeni Ümit’in doğuşunu; aksiliklere kalkan olsun diye Aksiyon’un zuhurunu; Hira’nın kuruluşunu… Yıllar geçti aradan. Saçlarımıza aklar düştü, hastalıklarımız arttıkça arttı, vücutlarımız yıprandı. Unutamadım…

Her şeye rağmen Rabbime hamdolsun! Çektiğim türlü türlü imtihanlar neticesinde öğrendiğim hakikatleri onlara borçlu olduğumu zannederim. Meğer ıraklık cezasını çekerken, “aşk” yeşerdikçe yeşerirmiş. Ötelere açılan perdeler sıyrılır; Hüda tecellisiyle kalblere akıl almaz ilhamlar yağarmış.

Mefkûremizi ölümüne sevebildim. Ayrılık olmasaydı, şükür bilmezliğimi nasıl izale edebilirdim? Kadir kıymet meğer ıraklıkta tecelli edermiş. Fikir, zikir, şükür… Hele bir hatıram vardı ki hiç unutamadım! Hazanla yıkılmış eski İslam memleketine gitmeden önce vedalaşmak için göz göze geldiğim o Bahar Güzeli’nin sorduğu iki üç soruya kem küm ederek verdiğim cevapları… Hizmetinde mertebeler atlamış o mübarek şahsın ellerinden aldığım ulûfeleri… Sevinç ve hüzün sarhoşluğu ile yerimi terk edişimi… Göç ettiğim yerden gönderdiğim teşekkür mektubunu ve içine sakladığım boş zarfı… Hediyeye hediyem olsun mülâhazası ile ona ulaştırılmasını istediğim o hatırayı…

Hey gidi güzelim günler! Âhirette azığım, sırat köprüsünden geçerken dayanağım… Sorguya çekileceğim zaman o dostlardan şefaat dileneceğim… Âlemlerin Rabbine şükürler olsun ki 17 Aralık 2013’te yeniden dirilmek için azmettim! Bahar Güzeli’ne yapılan saldırıları katiyen kabullenemedim! O yüzden milyonlarca mahzun gönül namına kendimce seslendim!

Sakın ola ki içinde bulunduğun Hizmet’i terk etme! Affetmesini bil! Takıntılarını bırak! İftira eden şeytan gözlüler çok olur. Bırak gitsin! Havale et Allah’a (celle celâluhu) hepsini… Samimiyet direği dava erlerine selam olsun!

Not: Bu yazı, kanserden vefat eden Azerbaycanlı Tugay Mola’nın vefatından önce, Şubat 2015’te yazdığı mektuptur.

Bu yazıyı paylaş