Vücudumuzdaki Harikulade Dengeler

İnsanlar toplanmış, heyecanla iki gökdelen arasında gerilen ipten, şehrin işlek caddelerinin birinin üstünde geçmekte olan cambaza bakıyorlardı. Cambazın elinde, dengesini korumaya yardımcı olan dört beş metre uzunluğunda bir çubuk vardı. Cambaz biraz sağa düşer gibi olsa seyredenler hep birlikte “Düşüyor, düşüyor!” diye haykırıyor, cambaz dengesini sağlayıp bir adım daha atınca “Oh!” diyorlardı. Herkes cambazın karşıya ulaşıp ulaşamayacağına odaklanmıştı. O anda aklıma cambaza ve bizlere bahşedilen “vücudumuzdaki son derece hassas denge sistemi” geldi. İmam Rabbani Hazretlerinin öğrencilerinden biri kendisinden ısrarla keramet göstermesini isteyince, hazret kalkmış ve dışarıya doğru yürümüş. Bunun üzerine diğer öğrenciler keramet isteyen öğrenciye kızacak gibi olmuş: “Hocamızı niye kızdırdın?”

Hazret, “Hayır kızmadım! Benden keramet istediniz, işte yürüyorum” demiş.

Yürüyebilmek, görebilmek, duyabilmek, dengemizi kaybetmeden adım atabilmek farkında olmadığımız bir keramet ve Allah’ın bir ikramı değil midir? Yürümek ve hareket edebilmenin, günlük işlerimizi sıkıntısız şekilde sürdürebilmenin en başta gelen şartlarından biri dengedir. Ne kadar mükemmel kas, iskelet ve nörolojik sisteme, yani organizmaya sahip olursak olalım, denge sistemimiz olmadan ihtiyaçlarımızı karşılayamayız.

Denge merkezi, beynimizin arka alt tarafında yer alan beyinciktir. Beyincik organizma içinden gelen verileri algılayarak fonksiyonların denge içinde devamını sağlamada vazife görür. Çoğumuz baş dönmesine maruz kalınca denge sisteminin ne kadar eşsiz bir sistem olduğunun farkına varırız. Bu mükemmel sistem sayesinde saatlerce ayakta durabilir, yürüyebilir ve koşabiliriz.

Denge için vücudumuzda üç farklı sistem koordineli şekilde çalışır:

  1. Gözlerimiz
  2. İç kulaktaki denge organı (vestibüler sistem)
  3. Beyincikteki denge merkezi

Gözler, kaslar, eklemler ve iç kulaktaki duyu reseptörlerinde toplanan veriler, sinir uyarıları olarak beyinciğe iletilir. Gelen veriler bir arada değerlendirildikten sonra uygun cevaplar, ihtiyacı olan organ sistemlerine gönderilir. Hassas şekilde işleyen denge sistemimiz vesilesiyle farkında olmadan, dengeli bir şekilde yaşarız.

Denge sisteminde bilgilerin alınarak beyinciğe iletilmesi çok karmaşık bir olaylar dizisidir. İç kulağımızda yer alan üç adet yarım daire kanalı ve denge taşı veya kristali diyebileceğimiz (otolit), ampul şeklindeki yapıyı koruyan (utrikulus ve sakkulus) minik organ sistemine vestibüler sistem adı verilmiştir.[1] Kulağımızın içine yerleştirilmiş bu minicik organ sistemindeki çok küçük bir arıza ve uyumsuzluk bile dünyamızı altüst etmeye yeter. Birbirine 90 derece dik olarak üç boyutlu düzlemlerde yerleştirilmiş yarım daire kanalları içindeki sıvının hareketi, baş hareketlerini üç boyutlu planda algılamaya yarar. Böylelikle iç kulaktaki alıcı hücreler (mekanoreseptörler) aracılığı ile başın yer çekimi tesiriyle ortaya çıkan hareketleri algılanır ve uygun düzeltici cevaplar oluşturularak hareket hâlindeyken bile her an ayarlamalar yapılır. Bu durum, odaklanma problemi yaşamadan çevremizi net görmemize ve her durumda dengemizin korunmasına hizmet eder.[2] Bu sistem; otururken, yatarken ve kalkarken mekân içindeki her durumun farkında olmamız ve yön tayini için çok önemlidir.

İnsan fizyolojisine göre, 70 yaşından sonra yarım daire kanallarındaki tüycük gibi (cilia) küçük uzantıları olan alıcı hücre sayısı %40 oranında, ampul ve kesecik bölgesindeki hücre sayısı ise %20 civarında azalmakta, ayrıca kan damarlarının daralması gibi sebeplerle akımı da yavaşlayınca baş dönmesi ve denge bozuklukları oluşabilmektedir. Çalışmalar 65 yaş civarındaki yaşlıların üçte birinin, 80 yaş civarındakilerin yarısının, yılda bir kere yürürken dengesini kaybederek düştüğünü göstermektedir.[3] Bu düşmelerin bir kısmının beyin kanaması ve kemik kırıkları gibi ciddi sonuçları olabilir. Öte yandan her yaşta denge bozulması ile seyreden vertigo sebepleri arasında Meniere hastalığı, otitis media (orta kulak enfeksiyonları), hipertansiyon, kan şeker seviyesindeki bozulmalar ve vestibüler schwannoma gibi kanserler sayılabilir. Eşlik eden kulak çınlamaları, işitme azlığı, bulantı gibi semptomlar teşhis için önemli bulgulardır.

Vücudumuz tıpkı ip üzerindeki o cambaz gibi, ancak denge hâlini sürdürerek hayatına devam edebilir. Bediüzzaman Hazretlerinin Muhâkemât adlı eserinde enfes bir tespiti vardır: “Hakikati tanımayan, hayâlâta sapar. Sırat-ı müstakîmi göremeyen, ifrat ve tefrite düşer. Muvâzenesiz ve mizansız olan çok aldanır, aldatır.[4] İnanan kimse, denge insanıdır; kâinattaki ve vücudumuzdaki dengelerden ders alan, ifrat ve tefrit dengesizliğinden uzak duran kimsedir.

Denge dediğimizde sadece beyincik ve vestibüler sistem vasıtasıyla yürütülen vücudun mekanik durumu anlaşılmamalı, sıvı-elektrolit, asit-baz, insülin-şeker, hormon, ürik asit, kolesterol, serbest radikal-antioksidan, gıda maddeleri, savunma sistemi gibi yüzlerce, belki binlerce denge sisteminin mucizevî kontrolünü anlamalıyız. Bir mânâda bu girift işlemleri, ip üzerindeki cambazın, aynı anda ayağında halka çevirmesi, başının üzerinde üç topu üst üste durdurması, bir eliyle de havaya attığı tabakları düşürmeden tutması gibi, çok sayıda işi aynı anda başarması şeklinde düşünebiliriz.

Vücudumuzun düzgün çalışması için bütün bu denge sistemlerinin aksamadan yürütülmesi ve böylece vücuttaki iç ortam şartlarının belli sınırlar içinde (homeostazi) tutulması şarttır. Homeostazide önemli görevleri olan sistemlerden biri hormon salgılayan endokrin (iç salgı) bezleridir. Mesela boğazımızın ön kısmında bulunan, kelebek veya kalkana benzetilen tiroit bezimize, ihtiyaca göre tiroit hormonu üretimi ve salınımı ayarlattırılarak çok önemli bir dengeye vesile olunur. Tiroit hormonları, vücudun oksijen tüketimini, yani enerji üretip metabolizmayı hızlandırmasını temin etmekle görevlidir. Tiroit hormonu üretimi azalırsa hipotiroidi hastalığı oluşur ki kilo alımı, uykuya eğilim ve dilde büyüme, kabızlık gibi şikâyetlere sebep olur. Üretim fazlalığında ise Hipertiroidi hastalığı, sinirlilik, endişe hâli, terleme, çarpıntı gibi şikâyetler ortaya çıkar.

Diğer bir örnek ise büyüme hormonunun (BH) vücut büyümesindeki ve yenilenmesindeki tesiridir. Büyüme hormonu, hipofiz bezinden öğle saatleri güneş zirvedeyken ve gece 22.00–2.00 arasında salgılanır ve kemiklerin uç kısmındaki kıkırdak hücrelerinin büyümesini sağlar. Gece erken yatmak ve öğle uykusu uyumak, yeterli büyüme ve cilt sağlığı için önemlidir. Büyüme hormonu niçin öğle saatlerinde fazla salgılanmaktadır? Çünkü büyüme hormonu ile kan şekeri arasında tahterevalli gibi bir denge söz konusudur. Kan şekeri düşünce bu hormonun salınımı artar ve kan şekerini yükseltir. Öğle saatlerinde şekerimiz düştüğü için büyüme hormonu salgısı artar. Uyku ile bu salgı daha da artırılır ve vücut hem zindelik kazanır hem de şeker dengesi daha kolay sağlanmış olur. Büyüme hormonunun vücuttaki hücreleri yenilediğini, hafızayı berraklaştırdığını söylersek, bilhassa çocuklarda öğle uykusu ve düzenli uykunun önemi daha iyi anlaşılmış olur. Hormon üretimi yetersizse cücelik, fazlaysa gigantizm (devlik) ve akromegali (el, ayak ve kafa kemiklerinde anormal büyüme) gibi hastalıklar ortaya çıkar.

Önemli bir denge örneği de sıvı ve elektrolit dediğimiz artı ve eksi yüklü mineraller arasındaki dengedir. Vücut sıvı dengesini sağlamak için, idrarı artıran veya azaltan hormonlar vazifelendirilmiştir. Antidiüretik hormon (ADH), aldesteron, atriyal natriüretik peptid (ANP) gibi hormonlar, terleme derecesine veya susuz kalma durumuna göre idrar miktarını ayarlamakla görevlidir. Sodyum, potasyum, kalsiyum ve magnezyum gibi kanda bulunan elektrolitler ile suyun hassas bir denge içinde olması metabolik faaliyetler için çok hayatidir.[5] Sodyumun 125 mEq/L altına düşmesi hiponatremi olarak bilinir ve kas krampları, kuvvet kaybı, uykuya meyil, koma, denge bozukluğu ile ortaya çıkarken, sodyumun 145 meq/L üzerine çıkması kusma, görme bozukluğu, uykuya meyil, huzursuzluk, koma ile seyreden hipernatremiye sebep olur. Potasyum için ise 3 mEq/L’nin altında tehlike çanları çalmaya başlar; çarpıntı, kas zayıflığı, hayal görmeler, kusma, kabızlık gibi şikâyetler görülür. 5,5 mEq/L’yi aşan potasyum seviyelerinde ise solunum kasları felç olabilir; ishal, kalp durması ve ölüm ortaya çıkabilir.

Kanın asitlik derecesi (pH) ortalama 7,35–7,45 arasında seyreder. Bulunduğu ortama hidrojen iyonu (H+) veren bileşiklere asit, hidroksil iyonu (OH̄¯) alan bileşiklere baz denir. Kana asit ve baz dengesini sağlamakla vazifelendirilmiş tampon sistemleri konulmuştur. Her gün 15000 mmol CO2 (uçucu) ve 50-100 mEq/L uçucu olmayan asit üretiriz.[6] Asit ve baz dengesi, uçucu asitlerin akciğerlerden, uçucu olmayanların böbreklerden uzaklaştırılmasıyla sağlanır. Karbondioksitin çok büyük miktarı akciğerlerden atılır ve bu gazın kaynama noktası -57’dir. Bu kaynama noktası -5veya 0 olsaydı karbondioksit akciğerden çıkarken kaynamaya başlayacak ve akciğer dokusuna hasar verecekti. Asidoz veya alkoloz tabloları, pH dengesinin bozulmasıyla ortaya çıkan patolojik durumlardır ve acilen tedavi gerektirir.

Kan kolesterol seviyesi yüksek olduğunda, damar sertliği (ateroskleroz) ve tıkanıklığı, ardından kalp krizi gelişebilir. Kolesterol seviyeleri 120 mg/dl’nin altına düşen fertlerde beyin hücre zar yapısı hasar görür ve bu şahıslarda düşünce karışmaları, depresyon ve intihara meyil olabilir.[7]

Son olarak beynimiz için antioksidan görevi gören ürik asidin kanımızda yüksek seviyede olması gut, böbrek yetersizliği, eklem iltihapları ve kalp damar hastalığına; düşük seviyede olması ise bunama ve Alzheimer hastalığına eğilim oluşturur.

Kâinatta böylesine hassas dengeleri kuran Kudreti Sonsuz’a ne kadar şükretsek az değil midir? Cambaza hayran olup onu ve bütün varlığı yaratana hayran olmamak gaflet değil midir?

Dipnotlar

[1] Caner Şahin. Vestibüler sistem anatomi, fizyolojisi ve bozuklukları. Nobel Medicus 15, 5/3.

[2] Neşe Çelebisoy. Vestibuler sistem anatomi ve fizyolojisi. Türkiye Klinikleri Nöroloji. 2013, 6(2), 1–9.

[3] E. Lieke. Urate and risk of Alzheimer’s disease and vascular dementia: A population based study. Alzheimer’s and Dementia, 2019, 15(6), 754–763.

[4] Bediüzzaman Said Nursî, Muhâkemât, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 35.

[5] H. Berman. Vücut sıvı elektrolitleri ve asit baz dengesi. Türkiye Klinikleri Dergisi. 2006, 2(18), 1–9.

[6] Neval Duman. Asit baz denge bozukluğunda hastaya yaklaşım. Türkiye Klinikleri Nefroloji. 2014, 7(2), 72–79.

[7] K. Sayar ve ark. Majör depresyonda kolesterol düzeyleri; kontrollü bir çalışma. Klinik Psikofarmakoloji. 1998, 8(2), 104–8.

Bu yazıyı paylaş