Kanın Yolculuğu

Uzun bir seyahate çıkacağız. Hazır mısınız? Sizlerle birlikte kanın damarlardaki yolcuğuna refakat edeceğiz.

Kan kalbden çıktıktan sonra, küçük dolaşımla akciğerleri, büyük dolaşım ile de bütün vücudu dolaşır. Kan küçük dolaşım ile temizlenirken büyük dolaşımla da vücudu temizler. Yaklaşık beş litre hacmindeki kanımızın seyahat ettiği kapalı bir sistem olan dolaşım sistemimiz, merkezinde kalbin bulunduğu atardamarlardan ve toplardamarlardan meydana gelir. Atardamarlarda pembe renkli, oksijeni bol, temiz kan dolaşırken toplardamarlarda ise daha koyu renkli ve karbondioksit miktarı fazla olan, bir mânâda kirli kan dolaşır. Toplardamarlarda kapaklar bulunur. Oksijen bakımından fakir kanın, yukarıya doğru çıkabilmesi için bu kapakların desteğine ihtiyacı vardır. Bu kapaklar yukarıya çıkan kanın akışına izin verir, fakat basıncın kesildiği kısa zaman aralıklarında kapanarak kanın geriye doğru akmasını engeller. Toplardamarlardaki kapakların vazifelerini yapmamaları ile kanın bacakların alt kısımlarında toplanması, “varis” olarak tarif ettiğimiz hastalık olup normalde dışarıdan görünür olmayan toplardamarların görünür hale gelmesi hâlidir.

İçtimaî meselelerin çözümünde de takip edilmesi gereken süreç buna benzer. Meseleler istişare meclislerine getirilmeli ve çözümler üretilmelidir. Çözümler üretilmezse birikimler olacak ve çok daha ciddi problemler ortaya çıkacaktır.

Atar damarların iç yüzeylerinde böyle bir kapak sistemi yoktur. Kan, aort kapağından çıktıktan sonra hiçbir engele takılmadan bütün vücuda yayılır. Damarlar kalbin tevdi ettiği vazifeyi sadıkane yaparlar ve sözünden çıkmazlar. Kalb nasıl ise damarlar da ona göre hareket tarzı belirlerler. Kalbin pompalaması ile bir anda (taze/oksijenli) kan bütün vücuda yayılır ve vücut hayat bulur.

Elektromekanik pompa görevini îfâ eden dört odacıktan yapılmış kalbe gelince; sağdaki iki odasında kirli, soldaki iki odasında da temiz kan bulunur. Kalbde birbirlerine karışmayan temiz ve kirli kanın bir müddet sonra nasıl karşılaştıklarına daha sonra temas edeceğiz.

Hücre ve dokularda oksijenini bırakıp karbondioksiti alan kirli kan, ana toplardamarlar yolu ile sağ kulakçığa ulaştırılır. Kalbin dört odacığını dört mevsime benzetebiliriz. Sonbahara benzeyen sağ kulakçık en küçük odacıktır ve kan burada fazla bekletilmez. Temizlenmek için adeta çırpınan kirli kan, bir kapaktan geçer ve temiz hava ile buluşabilmek için hızlı bir şekilde, biraz daha geniş bir bölüm olan sağ karıncığa gelir. Sağ karıncık kalbde karbondioksitin en yüksek olduğu yerdir; bu yüzden kışa benzer. Ancak kan bu kışa aldanmaz ve oksijenle buluşacağı akciğerlere doğru hızlı yolculuğuna devam eder. Kıştan sonra ilkbahar yağmurlarına ihtiyaç vardır ve akciğerlerden aldığımız nefesin içindeki oksijen bu ihtiyacı karşılar; bir anlamda kan oksijenle yıkanır. Bu bereketli yağmurlarla arınan kan sol kulakçığa döndürülür. Artık temizlenmiş olan kanın, aldığı bu güzellikleri başkalarına hayat verme adına kullanması gerekir ve yolculuğuna devam ederek sol karıncığa gelir. Adeta yaz mevsimi başlamıştır ve her şey yerli yerindedir; ama bu güzellikleri başkalarına da ulaştırmak lazımdır. Kalbden “Burada durulmaz, yola devam” talimatını alan kan, hayata hayat olmak üzere yolculuğuna devam ettirilir.

Hepimiz kanla birlikte seyahat ettik ve yorulduk. Burada biraz soluklanalım. Akciğerlere bakıp birkaç meseleyi açıklığa kavuşturalım.

Hava akciğerlere girdiğinde içinde taşıdığı oksijeni, basınç farkına bağlı olarak, akciğer alveol keseciklerinin cidarını teşkil eden ince zardan nüfuz ederek yapışık durumdaki kılcal damar ağına geçer ve böylece kan oksijenle buluşup temizlenmiş olur. Buradaki alışveriş alanı çok önemlidir. Sağ karıncık her seferinde, yaklaşık 100 ml kanı akciğerlere gönderir. Kan, göğsümüzün iki yanındaki, zahiren küçük bir alana sıkıştırılmış akciğerlere ulaşır. Allah’ın “Vâsi” isminin tezahürünü ve küçük şeylerden büyük şeyler yaratmasının örneklerinden birisini akciğerlerde görürüz. Kanın işlem gördüğü milyonlarca alveol (kesecik) yan yana getirilip bir çarşaf gibi açılsa, akciğerlerin yaklaşık 100 metrekarelik bir alana sahip olduğu görülür. Bir tarafta, keseciklere kadar gelen yaklaşık 350 cm3 hava ve bunun da %21’ini teşkil eden oksijen, diğer tarafta 100 cm3 kan arasında mükemmel bir alışveriş ile aynı anda kandan karbondioksit dışarı çıkar, oksijen de kana geçer. Zahiren bakıldığında, hava basıncı ve sıvıların yüzey gerilimi gibi fizik kanunlarına ve hemoglobinin biyokimyevî özelliklerine bağlı olarak yürütülüyor gibi görünen bu mükemmel hadisede vazife gördürülen bütün unsurlar, Kudreti Sonsuzun icraatına bir perdedir. Zira ne hava atomlarında ne de kan hücrelerinde böyle bir ilim ve irade yoktur. Onların her biri, Küllî İrade Sahibinin emrinde koşturulan askerlerdir.

Peki, bu 100 metrekarelik akciğer alanı bu gerilimi nasıl sağlıyor da bu kadar küçük bir alanda sönüp gitmiyor? Allah’ın izni ile akciğere yardım eden iki unsur vardır. Bunlardan biri oksijenin büyük destekçisi azot gazıdır. Oksijenle birlikte gelen ve hacmi oksijenin hacminin yaklaşık dört katı kadar olan azot, akciğeri bir çadır gibi gerer. Diğer unsur ise akciğerin ürettiği “sürfaktan” adı verilen kimyevî maddelerden oluşan bir karışımdır. Sosyal hayatta da bir işi yapmak için dışarıdan destek beklerken içeriden de destekler hazırlamak lazımdır.

Artık kan oksijenini almış, karbondioksitini de atmıştır. Karbondioksit, önce küçük, daha sonra büyük hava kanalarına gelir ve dışarı çıkarken sesinizin duyulmasına hizmet eder. Yoğun karbondioksit sebebiyle boğucu bir özellik kazanmış hava, bu şekilde kalsaydı bütün hayvanların ve insanların çıkardığı karbondioksit sebebiyle bir müddet sonra yeryüzünde hayat son bulurdu, ama karbondioksit nebatat için besin maddesine dönüştürülmek üzere fotosentezde kullanılır ve bizim için çok önemli olan şekerin imalatına kaynak olur.

Kalbde dört bölüm olduğunu söylemiştik. Bu bölümler arasında, oksijen bakımından zengin ve fakir olan kan birbiriyle karışmaz. Aralarında kalbi ikiye ayıran bir perde vardır. Bazen bu perde tam teşekkül etmez veya perdede bir delik olur; bu yüzden iki tarafın kanı birbirine karışır ve hastalıklar ortaya çıkar. Karışan miktarın az olduğu durumlarda hayatın idamesi mümkün olsa da miktarın çok olması durumunda insanın hayatiyetini devam ettirmesi imkânsızdır. Kirli kan günahları, temiz kan ise salih amelleri temsil eder. Allah bizlere, temizle kirliyi karıştırmamamızı, kirleri istiğfar ile temizlememizi emrediyor. Solunum bir manada vücudun günahlardan temizlenmesi, yani istiğfarıdır.

90.000 ile 120.000 kilometre olduğu düşünülen kılcal damarlardan oluşan çok geniş bir sahaya yayılan kan ile 100 trilyon kadar olan vücudumuzdaki her hücrenin ayağına hizmet götürülür. Hücrelerin faaliyeti ile açığa çıkan atıklar ve karbondioksit buradan alınır ve hücrelere ihtiyaçları olan gıda maddeleri ve oksijen verilir. Bu değişim çok daha büyük bir alanda olur. Yüz metrekarelik alanda alınan değerler ve güzellikler binlerce metrekarelik alanı kaplayan kılcallara taşınır. Demek ki bizim de edindiğimiz değerleri daha geniş alanlarda paylaşmamız gereklidir.

En önemli arınma işleminin, en küçük yer olan kılcallarda olduğunu düşündüğümüzde, bizim de arınmamızın büyük bir kısmının kendi nefsimizde ve aile hayatımızda olması gerektiği sonucuna ulaşmamız mümkündür.

Damar Sisteminden İbretler

Damarların iç yüzeylerinde meydana gelen hasarlar zamanla çok daha büyük problemlere yol açar. Damarlardaki daralmalar, hayatımızı tehdit eden bir durumdur. Hasarlı damarın içini astar gibi döşeyen endotel tabakasındaki yarıklara yağ oturur, ardından bu hücreler kalsiyum ile kaplanır. Bir süre sonra parçacıkların kopması ve aşağılara gidip daha ince damarlarda tıkanıklık oluşmasıyla enfarktüsler ve nekrozlar görülür. Bu tür durumlarda, ya baypas ameliyatı yapılmalı veya stent ile bu darlık ortadan kaldırılmalıdır.

Tekvinî kanunları okuma sadedinde, vücuttaki her organın kendi vazifesi ile bizlere anlatmak istediği çok şey vardır. İbretle bakıldığında, kâinat ve insan kitabında geçerli olan kanunlardan birçok içtimaî netice çıkarmak mümkündür.

Bediüzzaman Hazretleri, tıp ilminden hem fen hem de sanat olarak bahseder. Demek ki tıp ilminin sanat tarafı da değerlendirilmesi gereken bir husustur. Neyin, ne zaman ve hangi hastaya uygun olduğuna karar vermek hekimliğin mahareti ve sanatıdır.

  1. Fethullah Gülen Hocaefendi ise, insan anatomisi ve fizyolojisiyle kâinattaki kanunların işleyişi arasındaki benzerliğe şu şekilde dikkat çeker: “Hâsılı, “emr-i bi’l-mâruf nehy-i ani’l-münker” de, “rekâik” de, vücuttaki atardamar ile toplardamarlar gibidir. Nasıl ki kılcallara kadar bütün vücudun canlılığı bunlara bağlıdır. Aynen öyle de dindeki canlılığın mevcudiyetini sürdürmesi bu iki müeyyidenin yerine getirilmesine bağlıdır. Çünkü insan, ancak bu sayede akıbeti üzerinde yoğunlaşacak, hüşyar bir kalbe sahip olacak, her adımını temkin ve teyakkuz içinde atacak ve hayatının her ânını muhasebe duygusu içinde geçirecektir.”[1]

Dipnot

[1] “Dinî Hayatı Canlı Tutan İki Dinamik”, www.herkul.org/tag/rekaik/

Bu yazıyı paylaş