Beraberce şakıdık nice dem, biliyorsun
Küskün bülbül, niye terk ettin şivelerini
Bir dehlize kapanmış, “Ben mesudum (!)” diyorsun
Mazide arıyorsun âti meyvelerini
Sen bu bağa dehalet eylediğin demlerde
Bağban çile çekeli otuz sene olmuştu
Lâkin zapt olunur mu küheylanlar gemlerde
Onun da defaatle has gülleri solmuştu
Her seferinde kalkıp doğrulmuştu yeniden
Altmışta, yetmişte ve seksende böyle oldu
Delilleri mazide, bak binlerce anıdan
Kaknüs kalkar ayağa, belki de mühlet doldu
Şüphem yok bu hazanın ardındaki bahardan
Söyle bu bedbinlikle, âkıbet ne umarsın
Leyâle salıp nefsin, göz kaçırıp nehârdan
Mazideki bir nice misale göz yumarsın
Bağbanın gözyaşları yüzdürür sefineyi
Bir dergâhın bâbında, yüzü yerdedir ne gam
Yetmiş yıldır sabırla arıyor defineyi
Sadağında duası, yedeğinde recâ hem
Geçmiş fırtınaları ibretle anlatan sen
En büyük kasırgayı görünce havlu attın
Sırlı kaneviçede eksikti bu son desen
Kader ilmik atarken, nefsini hâke kattın
Habbab, Musab, Hamza, Zeyd söyle ne vadetmişti
Bu dünyada saraylar, tahtlar, sırça köşkler mi?
Selahaddin, Nûreddin, Yavuz sana yetmişti
“Sabrun cemîl” yazarken, güz görmeden meşkler mi?
Bağban güzde yaparken öz muhasebesini
Sen hazanı sadece eşhasa mâl edersin
Kudemâya söverken unutursun nefsini
Hiç hesaba katmazsın, kaderin hissesini
Fitne büyük, kudsîler sürekte ve hedefte
Kim derdi bahar derken, sonbahar olacaktı
Kader atiyye sundu, celalli bir sadefte
Ne yapsak bu musibet, kapıyı çalacaktı
Bu hamur çok su ister, yıllarca yoğrulacak
Kader fırınında sen pişmekten yakınırsın
Başaklar bu tipide yatsa da doğrulacak
Hasattan mahrum olma, ne diye sakınırsın