Kur’ân’ın Ehl-i Kitap’ı İkna Etme Metodu

Mekkî devrin sonunda nazil olup geliş sırası itibariyle 85. sıradaki Ankebût suresinde, ilk olarak Kur’ân-ı Kerim’in Ehl-i Kitap hakkındaki tutumu[1]şöyle bildirilir: “Ehl-i Kitap’tan zulmedenler bir yana, onlarla en güzel şekilde mücadele edin, şöyle deyin: ‘Bize indirilene de, size indirilene de inandık; bizim İlahımız da, sizin İlahınız da birdir. Biz O’na teslim olmuşuzdur.”[2]Müteakip ayette Ehl-i Kitap’tan bir kısmının Kur’ân’ı kabul edecekleri bildirilir: “Biz işte sana da bu kitabı indirdik. Daha önce kitap verdiğimiz kimseler buna da iman ederlerdi. Şunlardan da ona iman edenler vardır. Bizim ayetlerimizi kâfirlerden başkası inkâr etmez.”[3]Tefsircilerden birçoğu, “daha öncekiler” ifadesinden maksadın, Hz. Peygamber’den (aleyhissalatü vesselam) önceki dönemde yaşamış Ehl-i Kitap olduğunu; hemen peşindeki “şunlardan da” kelimesinin ise Hz. Peygamber’in çağdaşı olan Ehl-i Kitap’ı gösterdiğini söylerler.[4]

Yahudilerin, Medine devrinin başlarından itibaren Kur’ân daveti karşısındaki menfi tutumlarına rağmen, aslında aynı İlah’a inanıldığı hatırlatılır: “De ki: ‘Bizim de sizin de Rabbiniz olduğu hâlde, Allah hakkında mı bizimle tartışıyorsunuz?”[5]Kur’ân’ın Ehl-i Kitap’la olan ihtilaflar konusunda dikkat çeken bir özelliği vardır: O da muhataplarına karşı sert hücum veya sadece ret ile mukabele etmeyip onları aklî delillerle iknaya çalışması ve tartışma âdâplarından (etiğinden) insaf üslûbunu uygulamasıdır. Bu hususu örneklerle açıklamaya devam edelim.

Aklını kullanarak putları reddedip kâinatın Yaratıcısını kemal sıfatlarıyla kabul ettikten, Hz. Musa’ya (aleyhisselam) inandıktan sonra, tevhidde yeri olmayan put özleminin insana yakışmadığı bildirilir: “Bir zaman da: ‘Musa! Biz Allah’ı açıkça görmedikçe sana inanmayız!’ dediniz. Bunun üzerine derhal sizi yıldırım çarptı, siz de bakakaldınız. Siz bir müddet ölü vaziyette kaldıktan sonra şükredesiniz diye sizi dirilttik.”[6]Bunu yapanlar elbette İsrailoğulları’nın hepsi değildi. Bu ısrar üzerine mîkatta yıldırıma yakalananlar, seçilen yetmiş kişi idi. “İsrailoğulları’nı denizden geçirdik. Derken yolları, kendilerine ait birtakım putlara tapan bir topluluğa uğradı. ‘Musa, dediler, bunların tanrıları olduğu gibi bize de bir tanrı yapıver!’ O ise: ‘Siz, dedi, gerçekten cahil bir milletsiniz! Çünkü şu imrendiğiniz kimselerin dini yıkılmıştır ve yaptıkları bütün ameller de boşunadır. Hem Allah size bunca lütufta bulunup öteki insanlara üstün kılmış olduğu hâlde, hiç ben sizin için O’ndan başka bir tanrı arar mıyım?[7]Buradaki insanlar Sîna’da yaşayan Mısırlılardı. Hz. Musa ve kavmi muhtemelen, şimdiki Süveyş’e yakın bir yerden Kızıldeniz’i geçmişlerdi. Mısır’a bağlı Sîna yarımadasındaki Mafka şehrinde, günümüze kadar kalan Mısırlılara ait bir mâbed bulunmaktadır. İsrailoğulları’nın bunlar gibi inanç sahiplerine özendikleri anlaşılıyor. Bakara suresinin 93. ayetinden, Mısır’daki uzun kölelik döneminin İsrailoğulları üzerinde kalıcı tesirler bıraktığı, bu arada sığır cinsini tanrılaştırma alışkanlığı kazandıkları anlaşılıyor.

Gerçeği bilmeyenler dediler ki: ‘Allah bizimle konuşmalı veya bize bir mucize gelmeli değil miydi?’ Onlardan öncekiler de buna benzer sözler söylemişlerdi. Kalpleri nasıl da birbirine benziyor! Gerçekleri iyice bilmek isteyenler için delilleri apaçık gösterdik.”[8]

“Hem Yahudiler, hem de Hıristiyanlar ‘Biz Allah’ın evlatları ve sevgilileriyiz.’ dediler. De ki: ‘Öyleyse niçin Allah sizi günahlarınız sebebiyle cezalandırıyor?’ Hayır! Bilakis siz O’nun yarattığı birer beşer topluluğusunuz. Allah dilediğini affeder, dilediğini cezalandırır. Göklerde, yerde ve ikisi arasında olan her şeyin hâkimiyeti Allah’ındır. Dönüş de O’na olacaktır.”[9]

“Bir de derler ki: ‘Cehennem ateşi, sayılı birkaç gün dışında bize asla dokunmayacak.’ De ki: ‘Buna dair Allah’tan garanti mi aldınız? Aldıysanız ne âlâ, Allah vaadinden asla caymaz. Yoksa kesin bilmediğiniz şeyi mi Allah adına iddia ediyorsunuz?[10]Bu konuda başka bir ayet daha vardır:[11]“Bir de Yahudi ve Hıristiyan olanlardan başkası cennete asla giremez.’ dediler. Bu onların kendi kuruntuları! Sen de ki: ‘İddianızda tutarlı iseniz delilinizi ortaya koyun!’ “De ki: ‘Eğer Allah katında ahiret yurdu (cennet) bütün insanlar içinde yalnız size ait ise ve bu iddianızda tutarlı iseniz haydi ölümü istesenize!”[12]Bu üsluptan anlamayıp daha olumsuz davranışlar yapmalarından sonra aynı gerçek, daha vurgulu bir tarzda dile getirilir.[13]

Dine inananların düştükleri vartalardan biri de, kendi nefislerinin arzularına, dünyevî menfaatlerine uygun olan hükümleri uygulayıp kendi çıkarlarına uymayan hususlarda yan çizmeye çalışmaktır. Kur’ân, bu vartaya düşen Yahudilere, dini doğru dürüst anlamak gerektiğini, aklı olan insanın kendi kendisiyle çelişkiye düşmeyeceğini vurgular: “Ne o! Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını ret mi ediyorsunuz?İçinizden böyle yapanların elde edeceği netice, dünya hayatında rüsvalıktan başka bir şey değildir. Kıyamet günü ise en şiddetli azaba itilirler. Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir. İşte onlar ahiretlerini verip karşılığında dünya hayatını satın almışlardır. Onun için bunların cezası asla hafifletilmez, kendilerine yardım da edilmez.”[14]

Peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed’i (sallallâhu aleyhi ve sellem) kabul etmemek için kendilerince bazı argümanlar öne sürmüşlerdi. Bu cümleden olarak: “Onlar dediler ki: ‘Allah, ateşin yakıp kor hâline getireceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamamızı emretti.’ Onlara cevaben de ki: ‘Benden önce birçok peygamber açık delillerin (mucizelerin) yanında, sizin öne sürdüğünüz kurbanı da getirdiler. Peki, sözünüzde tutarlı iseniz, onları niçin öldürdünüz?[15]Bu, o Yahudiler tarafından Allah’a (celle celâluhu) iftiradır. Tevrat’ta yakılmış kurbanlardan bahsedilmekle beraber,[16]bunlar peygamberliğin asıl işaretlerinden sayılmazlar. Bunlar sadece Allah’ın yapılan takdimeyi kabul ettiğini gösteren alâmetlerdir. Onlar güya Hz. Muhammed’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) nübüvvetini reddetmek için bu bahaneyi ileri sürdüler. Kur’ân, itirazlarını ağızlarına tıkadı, dürüst olmadıklarını şöyle ispatladı: “Söyleyin bakalım bu şartınıza uyan peygamberlerinizi neden öldürdünüz?” (Mesela Hz. İlyas’a (aleyhisselam) yaptıkları için bakınız: Tevrat, Krallar I, 18 ve 19).

Müslümanları, Yahudi dinini kabul etmeye çağırmaları[17]karşısında şu ayet, Allah’ın peygamberleri arasında ayrım yapmanın yanlış olduğunu, Yahudilerin inandıkları bütün peygamberlerle beraber, ayrım yapıp reddettikleri Hz. İsa (aleyhisselam) ile Son Peygamber Hz. Muhammed’e de (sallallâhu aleyhi ve sellem) inanmak gerektiğin, kendilerinin de böyle inanmalarının matlup olduğunu bildirir: “Deyiniz ki: ‘Biz Allah’a, bize indirilen Kur’ân’a, Keza İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve onun torunlarına indirilene ve yine Musa’ya, İsa’ya, hülasa bütün peygamberlere Rableri tarafından verilen kitaplara iman ettik. Onlar arasında asla bir ayrım yapmayız. Biz yalnız O’na teslim olan Müslümanlarız.”[18]Ayetin sonunda da ifade buyurulduğu üzere, Müslümanlar bunu Allah’a teslimiyet ve bağlılıklarının bir gereği sayarlar. Çünkü bütün peygamberleri seçen ve seçkin kılan Allah’tır.[19]

Yahudilerle Hristiyanlar Hz. İbrahim’i (aleyhisselam) paylaşamadığından, her iki taraf da yalnız kendilerine mahsus olduğu iddiasında idi. Kur’ân onların bu iddialaşmalarının anlamsız olduğunu şu mukni delille açıklar: “Ey Ehl-i Kitap! Tevrat da, İncil de kendisinden çok sonra gönderildikleri hâlde, ne diye İbrahim hakkında iddialaşıyorsunuz? Buna da mı akıl erdiremiyorsunuz? Haydi diyelim ki az çok bildiğiniz konularda tartışıyorsunuz. Peki, ne diye hakkında bilginiz olmayan hususlarda tartışıyorsunuz! Hâlbuki işin doğrusunu Allah bilir, siz bilemezsiniz. İşte bu konudaki gerçek şudur: İbrahim Yahudi de değildi, Hristiyan da değildi, Lâkin o batıl dinlerden uzaklaşmış, Allah’a tam itaat eden bir muvahhit idi ve asla müşriklerden de olmamıştı.”[20]

Hayber Yahudilerinden soylu bir kadınla erkek zina etmişlerdi. Tevrat’a göre[21]recim olan cezayı uygulamak istemediklerinden davayı Hz. Peygamber’e (aleyhissalatü vesselam) götürdüler. “Recim derse kabul etmeyin, başka ceza verirse kabul edin!” dediler. Hz. Peygamber recme hükmedince itiraz ettiler. “Zinanın cezası yüzüne kara çalıp merkeple dolaştırmaktır” diye ısrar ettiler. İbn Suriya hariç, hepsi yeminle tekit ettiler. Peygamberimiz çok ağır yemin verdirip son olarak Tevrat’ın hükmünü sorunca bilginleri İbn Suriya recmi itiraf etti. İşte, şu ayet bu olaya işaret etmektedir: “Kendi kitapları olan ve içinde Allah’ın hükmü bulunan Tevrat ellerinde iken nasıl olup da seni hakem tayin ediyorlar? Sonra ne diye peşinden dönüp senin hükmüne razı olmuyorlar? Aslında onlar mümin değiller.”[22]

Yahudilerle ilgili başka örnekler de bulunmakla beraber konu yeterince anlaşılmış olacağından bunlarla yetinip Hristiyanlara dair örnekler vermeye geçeceğim.

“Sonradan ortaya çıkardıkları ruhbanlığı ise Biz kendilerine farz kılmadık, lâkin Allah’ın rızasına nail olmak için kendileri icat ettiler. Kaldı ki ona gereği gibi de riayet etmediler. Biz de onlardan iman edenlere mükâfatlarını verdik, onların çoğu ise büsbütün yoldan çıkmışlardır.”[23]Hz. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem), “İslâm’da ruhbanlık yoktur”[24]der. “Ruhbanlık” meşru dünya zevklerini de terk edip aile kurmaksızın bütün ömrünü manastırda geçirmektir. Bu ayet, aslında Hz. İsa’nın dininde de bunun şart olmadığını bildirmektedir. Fakat bunu haram saymamakla birlikte İslâm’ın evrensel idealinin, Allah’ın insanın fıtratına yerleştirdiği maddi ve manevi bütün kabiliyetlerinin geliştirilmesi olduğunu vurgular. Hristiyanlık zuhur ettiğinde dünya hırsı, şehvet ve kötü ahlâk yaygın olduğundan Hristiyanlık aşırı bir tepki göstererek, özellikle 3. asra girerken bekâr kalmayı, yoksulluğu ve zühdü ideal haline getirdi. Yaygın kanaate göre 3. asırda Mısır’da ortaya çıkmaya başlayan manastır hayatı kısa zamanda doğu ve batı Hristiyanlığında yayılmış ve gelişen şartlara uyum sağlayarak günümüze kadar devam etmiştir.[25]Dini yayarken, bu dönem Hristiyanları, bazı şirk motiflerinin sızmasına sebep oldular. Ölçüler kaybolunca, helaller haram hâle getirilince, fıtrat onlardan intikam aldı, maddeye, şehvet ve ihtirasa en fazla gömülenler, onların soylarından gelenler oldu.

“Gökleri ve yeri yoktan var eden O’dur. O’nun nasıl çocuğu olabilir ki Kendisinin eşi de yoktur. Gerçek şu ki: her şey O’nun mahlûkudur ve O her şeyi hakkıyla bilir.”[26]Ehl-i Kitap olarak Hristiyanlarla Müslümanların aslında aynı Allah’a inandıkları (Ankebut 29/46) bildirildikten sonra Medine’de nazil olan ilk surede, onların, Hz. İsa’nın tabiatı hakkındaki sapmaları ima edilir: “Allah çocuk edindi, dediler.”[27]Buradaki “onlar” zamirinin kimlerin yerini tuttuğu belli değildir. Daha önceki Mekkî surelerde olduğu gibi, Allah’a “çocuk isnat eden müşrikler” de olabilir. Ancak, daha çok Hristiyanların kastedildiğine bir karine vardır. Zira hemen öncesinde Hristiyanlardan bahsedilmektedir.[28]Onlara ismen hücum edilmiyor, fakat bu fikrin sapıklık olduğu, terk edilmesi gerektiği ikaz ediliyor.

“Meryem oğlu İsa Mesih sadece bir Resuldür. Nitekim ondan önce de birçok elçi gelip geçmiştir. Onun annesi de çok dürüst, son derece iffetli bir hanımdı. Her ikisi de diğer insanlar gibi yemek yerlerdi. Dikkat et: Biz onlara delilleri nasıl açıklıyoruz. Sonra bak nasıl oluyor da akılları çelinip bu hakikatlerden vazgeçiriliyorlar!”[29]Acıkıp yemek yeme ve vücudun ihtiyacından fazlasını dışarı çıkarma ihtiyacı, onların da mahiyet itibariyle insan olduklarını, dolayısıyla tanrı olmadıklarını ispatlar.

“Allah, Meryem’in oğlu Mesih’tir, diyenler kesinlikle kâfir olmuşlardır. De ki: ‘Eğer Allah Meryem’in oğlu Mesih’i, annesini ve dünyada bulunanların hepsini imha etmek istese, O’na karşı kimin elinden bir şey gelir? Kim O’nu engelleyebilir?Doğrusu göklerin, yerin ve ikisi arasında olan bütün varlıkların hâkimiyeti Allah’a aittir. O dilediğini yaratır. Allah her şeye kadirdir.”[30]

“Ey Ehl-i Kitap! Dininizde haddi aşmayın, taşkınlık yapmayın ve Allah hakkında gerçek olmayan şeyleri iddia etmeyin! Meryem’in oğlu Mesih İsa sadece Allah’ın resulü, Meryem’e ulaştırdığı kelimesidir. Allah tarafından gelen bir ruhtur. Gelin Allah’a ve elçilerine iman getirin, ‘Tanrı üçtür!’ demeyin. Kendi iyiliğiniz için bundan vazgeçin! Allah ancak tek bir İlah’tır. O, çocuğu olmaktan münezzehtir. Göklerde ne var, yerde ne varsa O’nundur. Koruyan ve yöneten olarak Allah yeter.”[31]

Kur’ân-ı Hakîm Ehl-i Kitap hakkında âdil davranıp onlardan hakka inanan ve iyi davrananları takdir eder: “Ehl-i Kitap’ın hepsi bir değildir. Onların içinde öyle dosdoğru bir cemaat vardır ki, gece saatlerinde Allah’ın ayetlerini okuyarak secdelere kapanırlar.”[32]“Kendilerine verdiğimiz kitabı layık olduğu şekilde okuyup izleyenler var ya, işte onu tasdik edenler onlardır.”[33]“Ey (önceki resullere) iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve Allah’ın bu elçisine de iman edin ki rahmet hazinesinden size iki hisse versin ve size, sayesinde karanlığı dağıtıp yürümenizi sağlayan bir nur versin ve sizi affetsin. Çünkü Allah Gafûr ve Rahîm’dir.”[34]Sonuç olarak Kur’ân-ı Hakîm Ehl-i Kitap’a yaptığı daveti şöylece noktalamıştır:“De ki: ‘Ey Ehl-i Kitap! Bizimle sizin aranızda müşterek şu söze gelin: Allah’tan başkasına tapmayalım, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım, kimimiz kimimizi O’ndan başka rab edinmesin. Eğer yüz çevirirlerse: ‘Bizim, Allah’a teslim olduğumuza şahit olun’ deyin.[35]

Dipnotlar

[1]Suat Yıldırım, Kur’ân’da Ulûhiyyet, Işık Akademi Yay., İstanbul, 2010, s. 382–383.

[2]Ankebut 29/46.

[3]Ankebut 29/47.

[4]Vahidî, F. Razî, Beydavî, Nesefî.

[5]Bakara 2/139.

[6]Bakara 2/55-56

[7]A’raf, 7/138-140.

[8]Bakara, 2/118. Ayrıca bkz. 74/52; 6/124; 51/52-53.

[9]Maide, 5/18.

[10]Bakara, 2/80.

[11]Bakara, 2/111

[12]Bakara, 2/94.

[13]Cumu’a, 62/6-8.

[14]Bakara, 2/85-86.

[15]Al-i İmran, 3/183. Ayrıca bkz. 5/27; 2/91.

[16]Tevrat, Hakimler, 6,20-21; Levililer 9, 24; Tarihler 7, 1-2.

[17]Bakara, 2/135.

[18]Bakara, 2/136. Bkz. 4/150; 2/285.

[19]Diyanet İş. Bşk., Hey’et,Kur’ân Yolu (Türkçe Meal ve Tefsir),Ankara, 2008, bu ayetin tefsirinde.

[20]Âl-i İmran, 3/65-67.

[21]Tevrat, Tesniye, 22, 22-24.

[22]Maide, 5/43.

[23]Hadîd, 57/27.

[24]Nesaî, Nikâh, 4.

[25]Armand Veilleux, Les Origines du monachisme chrétien, Louvain, 1999.

[26]En’am, 6/101.

[27]Bakara, 2/116.

[28]Bakara, 2/109-113.

[29]Maide, 5/75.

[30]Maide, 5/17.

[31]Nisa, 4/171.

[32]Al-i İmran, 3/113.

[33]Bakara, 2/121

[34]Hadid, 57/28.

[35]Âl-i İmran, 3/64.

Bu yazıyı paylaş